Kırk yıl önce yazdığım “Anadolu Kentleri” kitabımın Edirne bölümünü şöyle bitiriyorum:
“Dünya sanatının en büyük yapıtlarının bulunmasına rağmen, insan bırakılmış bir eski başkent görmek isterse Edirne’ye gitmeli. 1700’ü aşan yapıtından nelerin kaldığını, her şeyin nasıl el etek çektiğini sorup soruşturulmalıdır. Dünyaya söz dinleten, gülünce herkesin güldüğü, ağlayınca herkesin ağladığı sultanların görkemli saraylarının yerinde boy gösteren buğday başaklarının hışırtılarını dinlemelidir. Bir kent bu kadar yalnız, bu kadar içine dönük ömür sürebilir. Çağ gelmiş dayanmış, koşullar değişmiş, uzun yıllar yanlış yere ‘sınır kentidir’ diye bırakılmış, el vurulmamış. Günümüzde değerlerin değiştiği, tehlikenin her yerde bir olduğu düşüncesi gelip dayanmamış. ‘Yüzyıllardır hep o gün gördü, şimdi koşullar değişti’ denip, kıyılarda bırakılmış. Meriç, Tunca, Arda her yıl doğanın baş kaldırdığı aylarda alıp götürecek, getirip bırakacak bir şeyler arıyor. Doğanın büyük yalnızlığını anlatmak için yükseklere, kabuğuna çekilmiş kente ulaşmak istiyor. ‘Eriyen karlar gibi, bütün sıkıntılar akıp gitsin’ demek istiyor...”
İnsan yaşamının kısa aralığında bir kente bakmak, büyük değişmelerin ancak küçük bir dilimini görmek demektir. Oysa bu yarım yüzyıl içinde öyle olmadı. Birbirinden ilginç özelliklerle yüklü kentler, kısa sürede tekdüze bir yaşamın tutsağı oldular.
Edirne böylesi olumsuzlukların ağır bastığı bir ortamda, doğruyla yanlış arasında bir çizgide yaşamını belirlemeye çalıştı. Kırk yıl önce bırakılmış bir sınır kentinin sessizliğinden yakınan bir kişi olarak bugünün ortamına baktığımda, daha soğukkanlı yargıya ulaşmanın kaçınılmazlığını görüyorum. Belki bu akıl almaz yanlışlarla yüklü yarım yüzyıl, Edirne’yi daha farklı değerlendirmeme neden oluyor.
Geçmişin birikimleri dikkatli izlendiğinde, dünya toplumları içinde Türkiye’nin, kültürünün sağladığı büyük olanaklarla, çok farklı noktalarda durması, kendini farklı noktalara taşıması gerekiyordu. Kırk yıl önce Türkiye’yi bir bütün olarak görmeye çalıştığımda, sürekli altını çizmeyi kaçınılmaz görev bildiğim temel nokta, ülkenin her ölçekte yeniden tasarlanmasının gerekliliğiydi. Bugün ÇEKÜL Vakfı’nın “kent-havza-bölge-ülke ölçeğinde planlama”, “kamu-yerel-sivil-özel birlikteliği” başlıkları altında oluşturmaya çalıştığı “yeni gündem”in ilk denemelerinin o yıllarda Edirne odaklı ve öncelikli olması da bir rastlantı değildi.
Gerçekten kırk yıl önce, bilimsel ortama “değişik kavram ve başlıklarla yeni eylem alanı yaratmak” isteyen bir kimlik olarak, Edirne’yi, doğal zenginliği, kültürel birikimi, henüz sağlıksız gelişmelere uğramamış varlığıyla, Trakya’nın ağırlık merkezi olma niteliğinin güçlendirilmesini, tutkuyla savunuyordum.
Bu tutku, değişik eğriler çizerek yine sürüyor. Meriç, Tunca, Arda’yı aşan köprülerin altından artık özelliği değişen sular akıyor. Bu arada Trakya’nın bereketli toprakları da hızla gücünü yitiriyor!.. Trakya, geçen zaman aralığında bölge ölçeğinde tüm birikim ve değerleriyle tasarlanma olanağı bulamasa bile, Edirne odaklı bir kültürel bütünlüğe yöneliyor. Başta Trakya Üniversitesi’nin varlığıyla, eğitimin bölgede yaygınlaştırılması eylemlerine tanık oluyor. Balkan ülkeleri arasında yeni ilişkilerin kurulmasıyla, sınırlar dünkü görünümünden uzaklaşıyor.
Edirne, bu gelişmelerin ışığında, yıllardır özlediğimiz ve kamu-yerel-sivil-özel kurum/kuruluş/kişilerin birlikteliğiyle gerçekleştirmeye çalıştığımız girişimleri ne oranda yaşama geçiriyor? Bu sorunun yanıtı Trakya Üniversitesi’nin kente yerleşme ilkesiyle başlıyor, Edirne Valiliği’nin bir dizi öncelik içeren gündemiyle zenginleşiyor, Belediye’nin kentin önemli parçalarını birbirine bağlayıcı projeleriyle bütünlüğe ulaşıyor.
Biraz gerilere gidip düşündüğümüzde, yıllar önce Trakya Üniversitesi kurulurken, büyük bir coşkuyla Edirne’nin kimlikli yapılarını yeni işlevlerle yaşatma çabalarımız, Sarayiçi’nin, Karaağaç’ın, II. Beyazıt Külliyesi’nin kentin yaşamına daha güçlü katılmasını sağladı, yapıların bir bölümü de yıpranmaktan kurtarıldı. Geleceğimizin umudu gençlerimizin bu ortamda eğitim görmesiyle, çevrelerinde yeni bir yaşam biçimi egemen oldu.
Bu süreçte, ÇEKÜL Vakfı’nın değerli üyelerinin Trakya Üniversitesi’nin yanısıra Edirne Valiliği ve Belediye Başkanlığı’na önerdikleri ve yaşama geçmesine katkı sağladıkları bir dizi projenin büyük bir bölümünün gerçekleşmesi, hızla yenilerinin bunlara eklenmesi, “birlikteliğe dayalı güç oluşturma” hedefimizin somut bir işaretiydi.
Edirne’yi dikkatle izleyenler, geçmiş birikime dayalı yeni gelişmelerin temel doğrularını bulmakta güçlük çekmeyeceklerdir. Edirne Valiliği’nin planlı ve tutarlı yaklaşımlarıyla Selimiye Camisi başta olmak üzere, bir dizi özgün özellikler içeren yapıların onarılması ve çevrelerinin düzenlenmesi; Deveci Hanı, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı, Gümrük Karakolu, Hafız Ağa Konağı, Eski Edirne Lisesi, Saadet Hanım Konağı, Zorlutuna Konağı gibi önemli yapıların farklı sorunlarının çözülerek işlevlendirilmesi, kentin adım adım eski kimliğine kavuşturulmasının işaretleri oluyor.
Edirne Belediyesi’nin Türkiye’de ilk kez, 100 yaşını dolduran Belediye Binası ile çevresindeki geleneksel dokuyu, birlikte değerlendiren bir projeyle gündeme getirmesi; Sarayiçi, Kaleiçi, Eski Elektrik Fabrikası, Saraçlar Caddesi ve benzeri kent parçalarını görsel zenginliklerine kavuşturacak ve geliştirecek nitelikte ele alması, yeni yaklaşımın bir başka boyutunu sergiliyor.
Trakya Üniversitesi, rektörlüğünü Karaağaç’a taşıyarak kentin kültürel varlıklarını değerlendirmede, farklı bir bakış açısıyla yeni bir ortam yaratıyor.
Tüm bu örnekler, “Bir Başkente Yeniden Bakmak” başlıklı kısa yazımızı ne anlamda ele aldığımızın güven verici ve somut sonuçları olarak değerlendirilmelidir.
Bütün bu olumlu gelişmeler dışında Edirne de, hiç kuşkusuz yarım yüzyıl içinde değindiğimiz değişik ölçekte planlama eksikliğinden doğan yanlışlara tanık olmuştur. Birlikteliğe ve temel kavramlara dayalı bu yeni anlayış ve eylem planı, kimlikli bir kente ulaşma özlemlerimiz, Edirne’de bir oranda gerçekleştirilebilmiştir. Şimdi hepimize düşen, kalan dokunun zenginleştirilerek korunmasıdır.
Bu yolda kalıcı girişimlere yönelen Edirne Valisi Fahri Yücel, Belediye Başkanı Cengiz Varnatopu, Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman İnci ve çevrelerinde katkı sağlayan duyarlı kimlikler Edirne için geliştirdikleri projelerle “sürekliliğin”, “birlikteliğin” gücünü ve önemini somut örneklerle her ortamda kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Burada ÇEKÜL Vakfı gibi sivil toplum örgütlerine düşen sorumluluk, ürünün düzeyini yükseltmek, yaşama geçme süresini kısaltmak, katılımı güçlendirmek, “doğa ve kültür öncelikli yeni bir gündemin” kaçınılmazlığını geniş çevrelerin, herkesin varlığının parçası kılmaktır.
Geçmişte Edirne’ye emek verenlerin günümüze en büyük katkısı, ülkemizde gittikçe süreklilik kazanan yanlışlara, doğanın ve tarihin bize bıraktığı doğrularla “dur” diyebilmeyi sağlamalarından kaynaklanmaktadır. Dileğimiz, Edirne’nin bu gelişmelerin öncü örneklerinden biri olmasıdır.
Prof. Dr. Metin SÖZEN
12 Kasım 2001, İstanbul