Çarşamba, Şubat 20, 2002

Bilecik’te Dayanışma Güçleniyor!..



Artık Bilecik’in de bir ÇEKÜL Temsilcisi var!

1. Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Lütfi ÇAKIR, bundan böyle ÇEKÜL’ün Bilecik Temsilcisi olarak çalışmaları yönlendirecek.

Geçtiğimiz günlerde Bilecik Ticaret ve Sanayi Odası’nda kamu kurumlarının yöneticileri, belediye başkanları, işadamları, üniversite öğrencileri ve basının katılımıyla düzenlenen toplantıda, doğal ve kültürel değerlerin sürekliliğine dayalı yeni gündemler geliştirmenin yolları konuşuldu. Geniş katılımla kamu-yerel-sivil-özel birlikteliğine dayalı oluşan dayanışma ortamı, Bilecik’in ayrıcalıklı doğası ve köklü tarihsel birikiminin korunmasına yönelik umutları arttıran güçlü bir işaret oldu. Farklı kesimlerden yaklaşık 80 yurttaş, doğal ve kültürel kimliğin yaşatılması yolunda dayanışmayı güçlü kılmak gerektiğini bir kez daha yinelediler.

Toplantıya İstanbul’dan katılan ÇEKÜL Yüksek Danışma Kurulu Üyesi ve “Beylikten İmparatorluğa İmparatorluktan Kurtuluşa Bilecik Projesi”nin yürütücüsü Prof. Dr. Mete Ünügür ve ÇEKÜL Bilecik Temsilcisi Lütfi ÇAKIR’ın kısa konuşmalarının ardından “Yanan Ormanları Yeniden Yeşertelim Kampanyası”nın başlangıcından bu yana geçen üç ayda sağlanan katılımı, dikilen fidan sayısını, ağaçlandırılan alanın büyüklüğünü gösteren bir sunum, ÇEKÜL’ün İstanbul Merkezi’nden gelen üyeleri ve Bilecik’teki Gençlik Birimi gönüllülerince yapıldı.

Osmaneli’de 2001 yılının Kasım Ayı’ndan bu güne yaklaşık 400 dönüm alanda doğaya duyarlı kurum, kuruluş ve kişilerin katılımıyla 24000’e yakın fidan toprakla buluşturulmuştu. Katılımın % 85’i İstanbul’dan % 15’i ise Bilecik’ten gerçekleşmişti.

Osmaneli’de yanan alanların ağaçlandırılması, Bilecik Orman İşletme Müdürlüğü’nce sürdürülüyor.

Dileğimiz, doğaya hayat veren çabaların artması, Bilecik’lilerin kentlerini sahiplenerek yarattıkları anlamlı dayanışmanın diğer kentlere de örnek olması...


Bilecik Saat Kulesibuyuk resim icin tiklayin!

buyuk resim icin tiklayin!



Prof.Dr. Mete Ünügür ve CEKUL Bilecik temsilcisi Lütfi Çakır:
buyuk resim icin tiklayin!

Ağaçlandirma Kampanyası'na katilmak uzere toplantıya gelen Belediye Başkanları...
buyuk resim icin tiklayin!

Toplantı...
buyuk resim icin tiklayin!

Haber: Hakan KARAN


Pazartesi, Şubat 18, 2002

Son haftalarda DÜNYA Gazetesi'nin "Çevre Kültürü" sayfasında yayınlanan ve içinde ÇEKÜL'ün de yer aldığı ya da ÇEKÜL mensuplarının gönderdiği haberlerden...



Nusaybin kenti yeni araştırmalara yöneliyor...



Güneydoğu Anadolu, uygarlık tarihinin önemli evrelerinin somut sonuçlarını varlığında taşır. Bu nedenle, geçmişi çok yönlü araştırmak isteyen bilginler ve gezginler için bu bölge, çekiciliğini tarihin her döneminde korumuş, bu coğrafya, değişik açılardan önemi oranında, hemen hemen bütün kutsal kitaplarda yerini almıştır. Günümüzde de yapılan her araştırma, insanlık tarihinin bir bilinmeyenini ortaya çıkarmakta, dünün karanlıkta kalmış noktaları ağır ağır aydınlanmaktadır...

Özellikle son yıllarda, bölgenin ve Türkiye’nin yaşamında çok yönlü etkileri olacak birbirini izleyen barajlar, onların yaratacağı yeni ortam, doğal-kültürel varlıklar açısından da tartışılmaya başlanmış bulunuyor. Bir dizi araştırma ve bazı kazıların yanı sıra, değişik kentlerin yerel yöneticileri, kamu-yerel-özel-sivil kesimlerin işbirliğine dayalı olarak, kentsel kimliklerinin niteliklerini ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Girişimleri, daha şimdiden belirli bir yoğunluğa ve yaygınlığa ulaşmış olup, farklı yaklaşımları gündeme getiriyor.

Bunlar arasında Mardin’in ilçesi “Nusaybin”, Diyarbakır, Batman, Şırnak, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep ve ilçelerinde, değişik kurum ve kuruluşların bilimsel araştırmalarına koşut bir çalışmayı başlatmış bulunmakta. Nusaybin Belediyesi ayrıca, kentin zaman içinde kazandığı tüm değerleri topluca yansıtmak üzere, “Tarihin Tanığı Nusaybin” başlıklı bir kitap yayımlayarak ilk adımı atmış. Bunu diğer etkinlikleri izliyor.

Bölgeyi İpekyolu’yla Ortadoğu’ya bağlayan sınır kenti Nusaybin, değişik dönemlerde “Çiftçilerin Kenti” olarak biliniyor. Büyük suların aktığı topraklarda oluşan kültürlerin ve inançların mirasıyla yüklü Nusaybin’in, bölge bütünü içinde ağırlıklı yeri olması nedeniyle, dönemin Kaymakamı Mehmet Suat İlhan, Belediye Başkanı Dr. Mehmet Tanhan, geçmişte olduğu gibi kentlerini bilim ve kültür çevrelerine açmayı kararlaştırmışlar. Ardından ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü Nevin Soyukaya’nın önerileri doğrultusunda araştırmalar yoğunlaştırılmış, tarihsel-kültürel varlıkların korunması yolunda somut adımlar atılmış, kısacası Nusaybin’de yeni bir süreç böyle başlamış...

Bu doğrultuda, olanaklar dikkate alınarak bilimsel çalışmalar belirli noktalara yöneltilmiş. Öncelikle döneminin ünlü yapısı Aziz Mar Yakup Kilisesi, ÇEKÜL Vakfı Tasarım-Uygulama Birimi Sorumlusu Dr. Mehmet Alper-Doç. Dr. Berrin Alper’in başkanlığında ilgili uzmanlarca ele alınıp, ayrıntılı olarak rölöve-restorasyon projeleri üretilmiş. Projelerin yetkili kurullar tarafından onaylanmasıyla birlikte sondaj kazısı izni de alınmış. Anıtın çevresinde bulunan yapı kalıntıları, Anadolu’nun erken Hıristiyan dönemi mimarlık ortamı konusunda yeni ipuçlarına ulaşılması olasılıklarını büyütmüş.

Milattan sonra 338 yılında ölen, bu kısa öyküye konu olan “Nusaybin Okulu”nun kurucusu Aziz Mar Yakup’un mezarı, kilisenin bodrum katında yer almakta, günümüzde de ziyarete açık tutulmaktadır. Çok yönlü özellikler içeren, tarihin her döneminde önemini koruyan, sürekli eklerle geniş bir alanı yayıldığı anlaşılan bu yapılar topluluğu, “inanç turizmi” açısından da büyük bir olanağı sergiliyor. Nusaybin Belediyesi-ÇEKÜL Vakfı-Deyrul Zafaran Vakfı işbirliğiyle sürdürülen, yerel yönetimlerin çabalarıyla önemi oranında tanıtılmaya çalışılan bu kutsal merkez, bir kültürel bütünün parçası olarak gerekli ilgi odağı haline gelebilirse, Nusaybin’in Zeynel Abidin Camisi gibi diğer “ilginç yapıları”, sayıları gittikçe azalan “geleneksel konutları”, çok amaçlı kültürel etkinliklerde kullanılabilecek “hanı”, yeni bir anlayışla ele alınabilir, kente farklı bir ortam egemen olabilir.

Kentin önünde duran en büyük sorun, Türkiye-Suriye arasındaki sınır çizgisinin kentin kalıntılarının içinden geçmesi. Bu nedenle araştırmalar tam bir bütünlüğe ulaşamayıp, kentin geçirdiği evrelerde boşluklar bulunuyor. Oysa Nusaybin, çevresindeki birbirinden ilginç yerleşme yerleriyle Anadolu’nun kentsel tarihinin geçirdiği evrim açısından büyük önem taşıyan kültür merkezlerinden biri. Mardin’in UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”ne alınması için çaba harcandığı bugünlerde, yakın çevresindeki değişik ölçekteki yerleşme yerlerinin de artık farklı yaklaşımlarla değerlendirilmesi gerekiyor.

“Tarihi Kentler Birliği” oluşum sürecine kurucu üye olarak katılan Nusaybin, doğal ve kültürel varlıkların korunmasında yerel yönetimlerin katkı ve sorumluluğunu belirlemede, iyi bir örnek oluşturmuş bulunuyor. Önce kentin tarihi kimliğini oluşturan yapıların ve çevrelerinin bilimsel araştırmaların ışığında değerlendirmeye alınması, yerel yönetimlerin güçleri oranında olayı başlatmaları, daha sonra diğer ilgili kurum-kuruluş-kişilerin desteğe çağrılması, Türkiye’de “yeni bir anlayışın” ilk işaretleri...


--------------------------------------------------------------------------------

BARTIN HAVZA BOYUTUNDA KORUMAYA
YÖNELİYOR...




Özel coğrafyasının yarattığı olanakları tarihin her
döneminde değerlendiren Bartın, artık farklı bir
yaklaşımı egemen kılmak istiyor. Bu, bir anlamda
kendini yeniden tanımlamayı, kendini yeniden
yargılamayı da içeriyor. Hiç kuşkusuz bu tanımlamada
değişik ölçekte yaklaşımlar, bizleri somut sonuçlara,
somut uygulamalara taşıyacak bir gündeme
yöneltecektir. Bu kaygılarla yola çıkıldığında,
"bölge", "havza", "kent" ölçeğinde düşünülmesi gereken
yaklaşımlar, ister istemez gündemin ağırlıklı ve
öncelikli maddesi olmakta, içinde bulunduğu coğrafya
da bunu gerektirmektedir.


Değişik ölçekte yaklaşımlar


Dün nasıl Bartın "Paflagonya" bölgesi içinde ayrıcaklı
konumunu korumuşsa, bügün de o değerlere sarılmak
istemektedir. Tarihe ve günümüze bu ölçekte
bakıldığında, doğu-batı, güney-kuzey yönünde bir dizi
kesişme noktalarının içinde Bartın, "ara kesitte"
durmaktadır. Coğrafyasının sınırladığı, o oranda
olanak sağladığı ortam, Bartın'ın Karadeniz'e dönen
yüzüdür. Doğal ve kültürel mirası korumada "Bartın
Çayı" belirleyici bir ögedir. Daha 1975 yılında UNESCO
dünyaya " Geçmişimiz İçin Bir Gelecek" sloganıyla
mimarlık yılını duyurduğunda, Safranbolu-Bartın-Amasra
bir doğal-kültürel havza olarak nitelendi ve
bütünleştirici çıkış noktaları daha o yıllarda
belirlendi.

Daha geniş bağlantı için de,
İstanbul-İzmit-Sakarya-Bolu'yu göz önüne alan,
Taraklı-Göynük-Mudurnu'nun eklenmesiyle zenginleşen
bir "kültürel yol" oluşturulmaya çalışıldı. Bu
"kültürel yol", ancak çeyrek yüzyıl içinde
gerçekleşmeye başladı. İşte bu noktada Bartın, bir
yanında Safranbolu diğer yanında Amasra'yla birlikte
doğal-kültürel değerleri bütünleştirmek, doğal yapının
sağladığı zenginliği korumak durumundaydı. Bu, ister
istemez Bartın Çayı'nın yeniden çok yönlü yaşama
geçmesini, farklı boyuta taşınmasını gerekli
kılıyordu. Çünkü Karadeniz'de böylesi bir olanağı
sunan akarsu azdı. ÇEKÜL Vakfı'nın önerisiyle başlayan
ve başarıyla sürdürülen "Akseki-İbradı Havzası
Projesi"nde olduğu gibi, birlikteliğe dayalı yeni bir
ortam yaratılabilirse, 1975 yılından günümüze uzanan
süreçte istenilen hedefe ulaşma şansı artırılmış
olacaktır.


Bartın'ın yüzü aydınlanıyor...

Bu gelişmelere koşut, Bartın'ın kentsel kimliğinin
korunması konusunda başlatılan çalışmalar, ilk
yıllarda yeterli hıza ulaşamamış,"Koruma Planı"
Safranbolu'ya birlikte tamamlanamamıştı. Oysa, kendine
özgü farklı değerler taşıyan Bartın, bu doğal-kültürel
havza içinde ayrıcalıklı yerini çoktan almış olacaktı.
Olumsuzluklara rağmen bu konuda çaba gösteren Mimarlar
Odası ve ÇEKÜL Vakfı gibi kurum ve kuruluşların
destekleri- sınırlı da olsa- artık sonuç vermekte,
birçok özgün özellikler içeren geleneksel konutlar
gerçek yüzlerine ağır ağır kavuşmaktadır.

Bursa'da toplanan "Tarihi Kentler Birliği" kuruluş
toplantısında Bartın Belediye Başkanı Rıza
Yalçınkaya'nın vurguladığı gibi, yeterli bilinçli
bireyin bulunduğu Bartın, kentsel dokusunun
çevresindeki doğal zenginliği daha fazla yanlışa
düşmeden değerlendirebilecek aşamadadır. Bunu havza
boyutuna taşıdığı gün, ortak zenginliğin kimlikli odak
noktalarından biri olacaktır.

Bu nedenle Bartın Belediyesi, sağlıklı kentleşme
yolunda kültürel değerlere öncelik vererek somut
sonuçlara yöneliyor. Nehir boyu çalışmasında ilk adım
olarak, geleneksel mekanlardan biri olan "Gazhane
Parkı" yeni düzenlemesiyle kullanıma açıldı. Kentin
"Hükümet Caddesi" önce yayalaştırıldı, daha sonra
birbirinden ilginç tarihi yapıların yüzleri temizlendi
ve onarıldı.


Bartınlıların kentlerini farklı bir açıdan
değerlendirmelerine neden olan bu girişimler, Bartın
Belediyesi- Bartın Valiliği Kültür Müdürlüğü-ÇEKÜL
Vakfı işbirliğiyle, özgün özelliklerini koruyan,
kimliğini henüz yitirmemiş geleneksel dokunun
iyileştirilmesi çalışmalarına yöneltildi. Ardından
Kültür Müdürlüğü'nün ve Makina Mühendisleri Odası'nın
bir ev alarak onarmaları, tarihe ve kültüre duyarlı
kişileri harekete geçirdi. Bu doğrultuda birikimli
mimarlar, "Çağlayan Değirmeni", "Bartın Bonmarşesi"
başta olmak üzere farklı işlevli yapıları,
kimliklerine uygun biçimde yeniden ele alarak, koruma
bilincinin somut örneklerle güçlendirilmesini
sağladılar.

Bundan sonraki ortak hedef ise, havza boyutu içinde
kamu-özel-yerel-sivil birlikteliğine dayalı olarak,
kentin özelliklerle yüklü geleneksel dokusunu
canlandırmak, insan ölçeğini yitirmeden tarihi-kentsel
dokuyla, nehir boyu gezinti alanlarını, bunlara bağlı
olarak park ve meydanları birbirleriyle buluşturmak,
daha yaşanabilir kimlikli bir Bartın yaratarak çok
yönlü özellikler içeren bir cografyayı ulusal ve
evrensel boyutlara taşımaktır.

Selda ÇELİKYAY
ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü

--------------------------------------------------------------------------------


Nasreddin Hoca Akşehir'deki gelişmelerden mutlu




Türkiye'de " Kendini Koruyan Kentler " içinde Akşehir,
çok yönlü değerleriyle özel bir önem taşımakta...
Yıllardır Nasrettin Hoca'nın evrensel boyutlara ulaşan
kimliğinin yarattığı ortak değerlerin,
yazarların-çizerlerin kesintisiz sürdükleri özverili
çabalarla her yıl gelişen uluslararası etkinliklere ev
sahipliği yapan Akşehir, bir yandan zengin
tarihsel-kültürel varlığını da çağdaş öğelerle
geliştirerek geleceğe aktarmak istiyor. Yakın
çevresinde bulunan birbirinden ilginç arkeolojik
alanlarla, kenti donatan Selçuklu, Beylikler ve
Osmanlı döneminin önde gelen yapıtlarını birlikte
değerlendirme çabaları, somut sonuçlara yönelmeye
başlamış bulunmakta. Kentin bütününü ele alan,
anıtsal yapılardan sokaklara ve geleneksel konutlara
uzanan bir çizgide sürdürülen tasarım ve uygulama
çalışmalarının bir bölümü tamamlanmış olup, olanakların çok
sınırlı olmasına karşın diğer bölümler de yaşama
geçmek üzere.


Bilimsel destek


"Tarihi Kentler Birliği" kurucu üyesi olan Akşehir
Belediyesi, temel hedefinin, kentin tüm değerlerini
koruyan sağlıklı bir plana ulaşmak, kısa-orta-uzun
dönemli uygulamalarla "Nasrettin Hoca'nın aydınlık
yüzünün" kente yansımasını sağlamak olduğu belirtiyor. Belediye
Başkanı, ÇEKÜL Vakfı Akşehir Temsilcisi Dr. Nuri
Köksal, çalışmalarını, "Hıdırlık-Nasrettin Hoca
Türbesi ve Çevresinin Düzenlenmesi", "Seyit Mahmut
Hayrani Türbesi ve Çevresinin Düzenlenmesi", "Uzun Yol
Dış Cephe Yenileme Çalışmaları", "Taş Medrese'nin
Yaşama Geçirilmesi", "Atatürk Anıtı ve Çevresinin
Yeniden Düzenlenmesi" başlıkları altında
topladıklarını söylüyor. Her yıl 5-10 Temmuz tarihleri
arasında yinelenen "Nasrettin Hoca Şenlikleri"nde
geniş bir katılımla projelerini yaşama geçirdiklerini,
geçen yıl ülkemizden ve dünyadan katılan sanatçıların
birlikte açtıkları "Gülmece Parkı"nda da tüm gülmece
ustalarının heykellerini bir araya getirmeye
başladıklarını belirten Dr. Köksal, bunu kültürel sürekliliğin anlamlı bir
işareti olarak gördüklerinin altını çiziyor. Başkan, ayrıca ÇEKÜL Vakfı Eskişehir
Temsilcisi Yrd. Doç. Dr. Erkan Uçkan'ın sorumluluğunda ÇEKÜL Antalya
Temsilcisi Osman Aydın'ın oluşturduğu
birim tarafından aralıksız sürdürülen bu bilimsel
verilere dayalı destek ve çabaların, kentin kültürel
varlıklarının nitelikli uygulamalarla yeniden
donatılması sürecini başlattığını da vurguluyor.


Neler yapılıyor?

Öncelikle Nasrettin Hoca'nın türbesinin bulunduğu
çevreden başlayarak, Hıdırlık'a kadar uzanan alanda,
sanatsal-kültürel ortam yaratma girişimlerinin olumlu
sonuçları, çok yönlü özellikler taşıyan tarihi zengin
kentlerde iyileştirme çalışmalarının kentin kimliğini
belirliyen yapıtları odak noktası seçerek proje
üretmenin, sürece kazandırdığı ivmeyi göstermesi
açısından önemli bir örnek oluşturuyor. Bu nedenle,
Selçuklu döneminin ünlü eğitim yapısı Taş Medrese,
çevresinde birbirinden ilginç Akşehir'in geleneksel
konutlarının yer aldığı Seyit Mahmut Hayrani Türbesi,
yeniden değerlendirilecek alanlar olarak özellikle
seçilmiş bulunuyor. Yerel yönetim buradan
kalkarak, Akşehir'in kimliğini yitirmemiş sayısız
incelikler içeren evlerini korumayı, yeni kimlik
arayışlarında ulaşılması gereken temel hedef olarak
görüyor. Kültürel turizm açısından da önem
taşıyan geleneksel konutlar, uluslararası etkinlikleri
geleneğe dönüştürmüş bir kent için ayrı bir anlam taşıyor...


Bilime ve bilinçe dayalı bu tutarlı yaklaşımlar
istenilen düzeyde geliştikce, "Nasrettin Hoca'nın
aydınlık kenti" sağlıksız gelişmelerden sıyrılmış,
geçmişle gelecek arasında doğru köprü kurmuş olacak.
Kamu-özel-yerel-sivil birlikteliğine dayalı, sanat ve
kültür öncelikli bu süreçte, tüm Akşehirliler birleşmiş gözüküyor.

Kemaliye gönüllülerimizden Lütfi Özgünaydın’ın fotoğraf sergisi ve dia gösterisi...




“Taşın Dili Olsa” adlı dia gösterisi, Lütfi Özgünaydın ile Kamil ve Burhan Özgünaydın’ın Mardin- Midyat ve Hasankeyf fotoğraflarından oluşuyor. 30 Mart saat 18:00’de Aya İrini Kültür Merkezi’nde yapılacak olan gösteriye tüm ÇEKÜL gönüllüleri davetli.


7 Bölge 7 Kent Fotoğraf Sergisi, Dünya Günü etkinlikleri çerçevesinde 22 Nisan’da Mudanya’da Eski Jandarma Karakolu binasında gerçekleşecek. Bilindiği gibi Eski Jandarma Karakolu binasının restorasyonu ÇEKÜL Bursa Temsilciliği tarafından yapılmıştı.

Aynı sergi İstanbul Galatasaray’da Fotoğrafevi’nde 23 Nisan’da tekrarlanacak.











Çarşamba, Şubat 13, 2002

"7 Kitap Kütüphanesi”ne Şubat ayında gelen yayınlar




Çalışmalarında geniş bir katılımcı kitlesini bilgilendirmeyi ve belirli bir bilinç düzeyine ulaştırmayı varlık nedeni olarak gören ÇEKÜL'ün "Anadolu Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi"ne bağlı “7 Kitap Kütüphanesi”ne armağan edilen yayınlar:

  • Denizli İl Turizm Müdürlüğü'nün; "Denizli'de Turizm"

  • Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin; "Mezunlar 2001/The Graduates 2001"
  • Kurucularımızdan İlhan Arslan'ın armağanı olan İktisadi Kalkınma Vakfı Yayınları'ndan; "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Katılım Süreci / Avrupa Birliği'nin Sosyal Politikası ve Türkiye'nin Uyumu",
  • TAY / Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri'nin; "Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri / Türkiye Arkeolojik Tahribat Raporu 2001"

  • Bergama Belediyesi'nin hazırladığı; "Tarihin Soluk Aldığı Kent Bergama" dosyası...

    Sizler de bağış yapmak ve yayınlarımızdan yararlanmak istiyorsanız ÇEKÜL Vakfı'nı arayınız!



  • Pazar, Şubat 10, 2002

    "14 Şubat 2002" Sevgililer Günü'ne dair...



    ÇEKÜL'ün "7 Ağaç" Kampanyası ülkemizde de kabul görüp yaygınlaşan "Sevgililer Günü" kutlamaları armağan seçeneklerden birini oluşturuyor...

    14 Şubat yaklaştıkça, ÇEKÜL Vakfı'nın "7 Ağaç ile... Aşkınız doğaya can versin" kampanyasına katılarak, sevgilileri için ağaç diktirenlerin sayısı da artıyor... ÇEKÜL, adına ağaç diktirilen sevgililere özel bir kart ulaştırıyor... Bu yolu seçenler, Bilecik'teki "7 Ağaç Ormanları"nda olduğu gibi, aynı zamanda yanan ormanların yeniden canlandırılmasına da katkıda bulunmuş oluyorlar.
    "7 Ağaç" armağanı, bilindiği gibi, ÇEKÜL'ün web sitesinden form doldurarak, 212-249 66 44 telefondan kayıt vererek, 212-251 54 45 numaralı faksa talimat göndererek, ya da e-posta yoluyla mümkün...
    Ayrıca 13 Şubat Perşembe ve 14 Şubat 2002, Cuma günleri, "7 Ağaç"larınızı 11:00 - 18:00 saatleri arasında Vakkorama Taksim standımızdan "kendi elinizle" de alabilirsiniz!

    >Sevgililer Gününüz Kutlu Olsun.

    Bu arada bu konuyu aşağıdaki çalışma ile görselleştiren Sayın Kaan İşmen ve ekibine, bu görseli yayınlayan gazete ve internet yayınlarına içten teşekkür ediyoruz...

    Askiniz dogaya can versin






    Cumartesi, Şubat 09, 2002

    ANTALYA’YA GELECEKTEN BAKMAK...



    Prof. Dr. Metin SÖZEN
    ÇEKÜL Vakfı Başkanı



    İnsan zaman zaman yaşamına, yaşadığı ortamlara, geniş coğrafyalara, belleğinde kalanlarla birlikte soğukkanlı dönüp baktığında, sıcak ortamlarda sağlıklı değerlendiremediği bir dizi farklı gerçeklerle karşılaşılır. Oysa, geçmişe bu tür yaklaşımları geleneğe dönüştüren kişiler-toplumlar, önünü görmede kolaylık çekerler. Bu bir anlamda geçmişten korkmamayı, geçmişle hesaplaşmayı, kendini tanımayı, kendini doğru açıklamayı birlikte getirir. Benzer durum, toplumlar, onların yaşadığı ortamlar için de söz konusudur.

    Son yıllarda bu tür hesaplaşmaların nedenini düşündüğümüzde ulaştığımız sonuç, yaşamımızın elimizde olmayan bir biçimde hızlandırılması, sağlıklı düşünmeye zaman ayırma olanağının gittikçe azalması, yakın-uzak çevremizin insan yaşamına sığmayacak bir hızla değişir olmasıdır. Bizim gibi yaşadığı-araştırdığı-tartıştığı ortamları geniş bir zaman dilimi içinde değerlendirmeye alışmış kimlikler için bu sarsıcı ve sağlıksız durum, geleceğin gölgelendiğinin de bir işaretidir. Görünür hıza ulaşan, tüm kalıcı izleri silen değişimin boyutlarını belirlemenin güçleşmesi, bilinçli-birikimli kimlikler için yaşanacak ortamların tükenişi, yerine konamaz değerlerin yitirilişi anlamına gelmektedir.

    Acaba bu durum, bizlerin koşullanmasından, hızlı gelişmelere ayak uyduramayışımızdan mı kaynaklanmaktadır? Değişimi-dönüşümü yeterince izleyememenin, güne ve geleceğe kendi birikimlerimizin yoğunlaştığı alandan bakamamanın zorluklarını mı çekiyoruz? Yaşamımızı, yaşadığımız çevreyi-çevreleri dikkate alarak, geçmişin izleriyle geleceğe, özellikle bu soruların ışığında önümüze bakabilmek için bir örnek kent seçmeyi düşündüğümüzde, sanırım Antalya gibi yaşamımızın her evresini etkileyen kentlerin bir önceliği olmalıdır.

    Beydağları’nın renginin solmadığı Antalya...

    Yirminci Yüzyıl’ın ilk yarısında Antalya, dört mevsimin yaşandığı özel bir kentti. Kentin bütün taşları yerli yerinde duruyordu. Beydağları’na günün ışıkları vurmaya, renkler birbirini izlemeye başladığında, her şeye egemen olan doğa, kentin dengesini kuranın da kendisi olduğunu, gücünü dillendirmeden herkese anlatmayı bilirdi. Kente hangi yönden girilirse girilsin, önce doğanın bir başka yüzü varlığını ele verirdi. Sonra bahçeler ve evler, yeşili ağır ağır azalarak, kentin ticaret merkezine sizi yönlendirirlerdi. Kaleiçi’nin her noktası, çiçeği-böceğiyle özel bir yaşamın, özel bir kimliğin ortak ürünü gibiydi. Kırkmerdiven’lerden limana inmek, onarılmak için karaya çekilmiş tekneler-mavnalar arasında dolaşmak, büyük bir telaşı gerektirmezdi. Açığa demirlemiş yolcu gemisine gidip gelen motorlar bile, bu dengeli sessizliği bozamazdı. Kaynayan ziftin kokusunu, ağları onaran balıkçıların tartışmalarını, ulu ağaçların gölgeleri bastırır, mescidin altındaki kaynaktan beslenen suda insanlar serinlemeye çalışırlardı. Kısacası Antalya, doğanın gücünü her noktaya, yaşamın her anına sindirdiği, tarihin her döneminin kente bir şeyler eklediği, “iki ucu açık” bir yaşam alanıydı. Bu, sokaklara taşan çiçeklerin kokusunu unutamadığım, çocukluk kentimin Antalya’sıydı...

    Önümden geçen elli yılın Antalya’sı...

    Olanlar son elli yıl içinde oldu. Her noktası farklı özellikler içeren, sokaklarını yürüyerek tüketemediğimiz Antalya, artık taşıtlarla bile ulaşılamaz oldu. Türkiye’deki kentlerin başına gelenler onun da başına geldi. Ama kısa sürede ününü dünyaya duyurmayı, herkesi ayağına getirmeyi de bildi! Artık dünyanın dört bir yanından bu düş kentine ulaşmaya çalışanlar, doğanın gücünü yitirdiği, yüksek yapıların egemenliğinde, hareketli bir kenti görmenin mutluluğunu yaşıyorlar...

    O günlerde kentin dışına, Konyaaltı’na giderken “doğanın varlığı incinmesin” diye bahçeli tek katlı yapılmış evler, bu süreçte hızla yıkıldı. Kent her yöne özgürce gelişti. Antalya neredeyse ilçeleriyle birleşerek, çevresinde her karış toprağın değerlendirildiği bir dünya kentine dönüştü! Falezler, ölçülerini doğanın geliştirdiği, Antalya’ya özel sunduğu bir varlık olmaktan çıktı. Doğayla yarışan yeni anlayış, kendi beğeni ve gücünü geleceğe armağan etti. Düşlerimize giren renkler, üzerimize sinen kokular değişti. Dünyanın rengi, dünyanın kokusu, doğanın kokusunun yerini aldı. Antalya, ülkemizi ayakta tutan kentlerin başında yer almaya, ülkenin umudu, gelir kaynağı olmaya başladı...

    Antalya’nın gelecek düşü...

    Antalya’nın geleceğine bilimsel verilere dayalı bakıldığında, dün olduğu gibi bugün de yanılma payımız çoğalabilir. Bu bilimin yetersizliğinden değil, bizlerin “gelişme azminden” kaynaklanmaktadır! Ele avuca gelmez “cevval bir ulus” olarak, her türlü hedefi, günün ve geleceğin gelişmelerini içeren tasarımları şaşırtma yeteneğimiz bu hız ve coşkuyla sürdükçe, gördüğümüz düşlerden korkuyla uyanmamız büyük bir olasılık olarak gözükmektedir.

    El yordamıyla bile olsa, düşlerimizi yorumlamakta yarar var. Eğriden doğruya yönelişte ilk akla gelen, bu anlamsız süpürücü hızın ister istemez düşürüleceği, doyumsuzluğun bir noktada duracağı, geç de olsa insanların bir gün “aklın çizgisinde buluşmayı” deneyeceğidir. Bu konuda inancımızı henüz yitirmemiş olmamız, yolun sonuna gelmediğimizin işaretidir. Sayısını kesin bilemediğimiz kente her gün katılan nüfusun, Türkiye’nin geldiği noktada, geriye dönüşlerle birlikte azalacağıdır. Bu sağlıklı bir siyasetten çok, artık büyük kentlerde yaşamanın katlanılamaz, sıkıntılarla dolu bir gelecek hazırlamasından kaynaklanmaktadır.

    Yol bitse bile, süreç birdenbire hızını düşüremez. İşte bu noktada, varolan durumu iyileştirici, sağlıksız gidişi azaltıcı yöntemleri sonuna kadar tartışarak, kenti küçük-büyük çıkarların savrukluğundan kurtarmamız gerekir. Bu kolay olsaydı, bugünkü ortama gelinir miydi? Ama burada gelinen noktanın taşınamaz olması, değerlendireceğimiz bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Üstelik Antalya, göreceli olarak diğer kentlerden daha kolay değişmeye-değiştirmeye, yanlışları aklın çizgisine çekmeye uygun bir kamuoyuna sahiptir. Yalnız bu noktada, dünyanın, çıkar odaklarının baskısına dayanması, ülke düzeyinde dayanışma odakları oluşturması gerekmektedir.

    Antalya büyük ve özel bir coğrafyanın odak noktalarından biridir. Bu büyük çevrede de benzer sürecin yaşanması nedeniyle, doğal-kültürel varlıklar bütünün farklı ölçeklerde ele alınmasının, sorunlarıyla birlikte değerlendirilmesinin kaçınılmazlığı ortadadır. Burada Antalya, deneyimiyle yeni bir örgütlenmenin toplayıcı gücü olabilir. Bu, ülkeyi “havza ve bölge boyutunda düşünme” demektir. Olayların önüne geçerek, yeni bir hareketi başlatmak demektir. Gelinen nokta, artık çok fazla uzatmaya, görünür sıkıntıları ertelemeye olanak vermiyor.

    Antalya, geleceği anlamlandıracak tüm değerleri yitirmiş de değildir. Yanlışları göstererek, anılarımızın özenli kentini varolan incelikleriyle yeniden donatabilirsek, göz ardı ettiğimiz büyük birikimi somut bir olgu olarak sürekliliğe dönüştürebiliriz. Diğer kentlerde sınırlı olanaklarla sürdürülen doğayı-tarihi-kültürü birlikte yaşatma ve geleceğe aktarma çabaları, burada kentin varlık nedeni olarak önümüzde durmaktadır. Bu, Antalya’nın gelecek düşü değil, yaşamının kopmaz parçası, ağırlıklı çıkış noktası, görünür büyüklüğüdür.

    Antalya için zaman farklı gelişmektedir. Doğrulara dayalı gücün oluşturulması için özel çaba gerekmemektedir. Eldeki olanakların bir başka yaklaşımla değerlendirilmesidir. Kentin günümüze akan geçmiş birikimine öncelik tanıyarak, kafaları karışan toplumumuza, “hemşehri”, “kentli”, “dünyalı” olmanın ne anlama geldiğini gösterecek ortam tüm engeller aşılarak yaratılmalıdır. Uygarlık savaşında, yıkmanın-yok etmenin yerine, korumanın, yaşamı inceltmenin, kimlik-kişilik kazandırmanın geçerli yol olduğunun gösterilmesidir.

    Kent uygarlık demektir... Geleceğin kentleri yeni uygarlığın merkezleri olmak istiyorlarsa, geçmişi-bugünü-geleceği birlikte görmeyi, gündemlerinin değişmez maddesi olarak yaşamlarına sindirmeleri gerekir...

    Antalya’nın gündemi oluşmuş gözüküyor...


    3 Şubat 2002




    BASINDA ANTALYA SEMPOZYUMU: "Türkiye'de Tarihi Kent Dokularının Korunması ve Geleceğe Taşınması..."



    Bugünkü...

    SABAH'ta Yeşim Nur'un yazısı:
    Tartışana kadar önlem alınsın...

    Milliyet Gazetesi'nde Taha Akyol'un konu ile ilgili makalesi:
    http://www.milliyet.com.tr/2002/02/09/yazar/akyol.html

    Fevzi Topuz: Milas Belediye Başkanı'nın demeci

    Tarih, kültür ve doğa varlıklarının korunmasında ve geleceğe taşınmasında korumacılık bilinci önemlidir. Bu konuda hem merkezi hem yerel yönetimler hem de toplum
    olarak görevlerimiz var. Tarihten süzülüp gelen kültürel varlıklarımızı korumak,
    'yerel kimliğin' korunması açısından da değer taşır. Bir kentin yaşamında ve o yerin karakterize edilmesinde 'yerel kimlik' olgusu belirleyicidir.
    Pek çok tarih, kültür ve doğa varlığımız ilgisizlik ve kaynak yetersizliği ya da yokluğu nedeniyle yok olup gidiyor. Son yıllarda korumacılığa yönelik ciddi çalışmalar yapılmış ve yeni örgütlenmelere gidilmiştir. 'Tarihi Kentler Birliği' oluşumu, bu alandaki en önemli örgütlenmelerden biri. Korumacılık konusunda, üst örgütlenmelerin yönlendirmesi ve rehberliğinde, yerel sivil toplum örgütlerine inisiyatif tanımalı. Belediyeler bu tür inisiyatiflerle işbirliğine gitmeli, çalışmaların gelişip yayılmasına öncülük etmelir.
    Günümüzde korumacılık kavramı, biraz da, korunacak kültür varlığının tespit ve tescil edilip, sonra da kendi haline bırakılmasına dönüşüyor. Tescilli binaların geleceğe taşınması, bakım/onarım anlamında elden geçirilmesi için çeşitli kolaylıklar sağlanmalı. Tarihi binaların restorasyonu maliyetli iş olduğundan, mal sahiplerine kredi olanakları yaratılmalı. Devlet olarak bu konuda gerekli maddi olanaklar yaratılmalı; gerek mal sahiplerine gerekse belediyelere kamulaştırma yoluyla bu binalara restorasyon için maddi olanaklar sunulmalıdır. Bu konuda uluslararası fonlardan kaynak bulma çalışmaları da ihmal edilmemelidir.
    Birçok kentimizde, 'arasta' denilen eski zamanların ticari bölgeleri hâlâ faaldir. Ancak, arastalar, esnafın ekonomik yetersizliği veya bilinçsizliği gibi nedenlerle virane halindedir. Arastaların, kavram ve kültür olarak geleceğe taşınması için restorasyon ve koruma çalışmaları şart. Biz, Milas'taki arastada bunu sağlayabilmek için yönlendirici olma çalışmalarını yürütüyoruz. Genel ve yerel ölçekte koruma kültürünün gelişmesi için, ulusal ve yerel medyanın işbirliği yararlı olur. Ayrıca, ilköğretimden başlayarak her düzeydeki eğitim kurumlarından yararlanmak şart. Bu çalışmalarla, korumacılığın yasal zorlamalarla değil, bir davranış biçimi, bir kültür olduğu ve korunacak değerin insanlığın ortak mirası olduğu düşüncesi kafalarımızda yer etmelidir. Bu sayede otokontrol sistemi de kurulmuş olur.
    'Korumacılık' bir dünya görüşü gibi, bir ideoloji gibi insanlarımızda bilince dönüştüğünde; kültürel değerlerimiz sonsuza değin varlıklarını sürdürebileceklerdir. Bu konuda devlet olarak, yerel yönetimler olarak, sivil toplum örgütleri olarak üzerimize düşen görevleri eksiksiz yerine getirmeli, sorumluluklarımızı ertelememeliyiz."
    RADİKAL'de haberin orijinali



    Son haftalarda DÜNYA Gazetesi'nin "Çevre Kültürü" sayfasında yayınlanan ve içinde ÇEKÜL'ün de yer aldığı ya da ÇEKÜL mensuplarının gönderdiği haberlerden...





    Cizre'de Araştırmaya Dayalı Koruma




    "Uygulamaya dönüşmeyen bilim, doğruyla yanlış arasında
    bir yerdedir"

    El Cezeri




    Son yıllara kadar doğal ve kültürel varlıkları açısından
    yeterince değerlendirmeye alınmayan Şırnak, artık il merkezi
    ve bağlı ilçelerle birlikte yeni ve köklü
    araştırmaları bekliyor. Şırnak merkezinde eski
    özelliklerini yer yer koruyan tarihsel doku, yeni
    gelişme alanları için de çıkış noktası
    oluşturuyor... Bu çekirdek bölümün şu ya da bu biçimde yitirilmesi,
    Şırnak'tan kalan tarihsel kimliğin de, dönüşü olmayan
    biçimde bitirilmesi anlamına gelmekte. Ayrıca
    taştan yapılmış, anıtsal boyutlardaki geleneksel konutlar, yeni
    işlevler kazandırmak için büyük bir olanağı sergiliyor.
    Şırnak'ta koruma-yaşatma çalışmalarının başlamasına
    karar veren ÇEKÜL Vakfı, bu konuda tüm ilglilileri
    katkıda bulunmaya davet ediyor.

    İl merkezindeki bu gelişmelere koşut olarak, bölgenin
    kentsel tarihi için büyük önem taşıyan Cizre'de de
    birbirini izleyen koruma hedefli özverili çabalar
    somut sonuçlara yönelmekte...

    Cizre, "Uygulamaya dönüşmeyen bilim, doğruyla yanlış arasında
    bir yerdedir" diyen Ortaçağın ünlü bilim insanı "Ahmet El Cezeri"nin içinden çıktığı coğrafya.
    Cizre' de süren çok yönlü araştırmalar öncelikle iki önemli yapıda toplanıyor.
    Bunlardan biri "Kırmızı Medrese", diğeriyse halkın önemli bir ziyaret yeri olan
    "Mem-u Zin Türbesi" ile yanındaki "Abdaliye Medresesi".
    Dönemlerinin mimarlık ve bezeme özellikleri açısından yeni değerlendirmeleri bekleyen
    kentin bu yapıları, aynı zamanda Cizre'nin Anadolu'nun uygarlık tarihi içindeki özel durumu için
    de önemli ipuçları içermektedirler.

    Uzun yıllar ayrıntılı araştırmaları bekleyen Cizre'de ilk köklü girişimler kaymakam
    Mümin Heybet döneminde başlamış, kentin derinlikli tarihinin ve kültürünün aydınlatılması için yapılan sempozyumun
    ardından yayınlanan kitapla birlikte, ÇEKÜL Vakfı'nın hazırladığı projelerin ışığında, ilgili kurulların
    istekleri doğrultusunda kazılar başlatılmış, böylece kentin kimliğini daha sağlıklı öğrenme sürecine girilmiştir.
    Bu bağlamda, 2000 yılında, bütün dünyada 5 milyar kişinin katılımıyla kutlanan "22 Nisan Dünya Günü" (*) etkinliklerine Türkiye'den katılanlar arasında Cizre de çok önemli bir yer tutmuştu. Dicle Nehri'nde, tarihi şehir surları etrafında ve Atatürk Parkı'ndaki katı atık, naylon torba ve pet şişelerin toplandığı temizlik kampanyası, Hükümet Konağı'nda yapılan bir Tören, ilk ve ortaokul çocukları arasında "Cizre'de Doğal Hayat ve Temizlik" başlıklı bir yazı, "Cizre'deki Tarihi Yapılar" ve "Temiz Cizre" başlıklı resim yarışmaları, Cizre'nin bu global kampanyaya kattıkları arasında başı çeken etkinliklerdi...

    Kaymakamlığa atandığı ilk günden itibaren kentin tümünü çok yönlü değerlendirmeye alan Süleyman Yıldırım ise,
    bilincli bir yaklaşımla, doğal ve kültürel çevreyi zenginleştirmeye ve bütünleştirmeye başlamış, geçmiş birikimlere ivme
    kazandırmak için değişik yollar denemektedir...


    Bütün kutsal kitaplarda özel yer alan, Dicle nehrinin
    verdiği olanakla tarihin her döneminde önemini
    yitirmeyen Cizre, kabartmalarla zenginleştirilmiş
    kalesi, anıtsal köprüleri, Ortacağın birbirinden
    ilginç yapılarıyla, " kamu-özel-yerel-sivil
    birlikteliğe " dayalı başlatılan özverili çabalara
    destek beklemektedir.


    (*) "22 Nisan Dünya Günü" ("Earth Day"), dünyanın yaşgünü'nden yola çıkılarak genişlemiş bir kampanya. Türkiye'de ÇEKÜL Vakfı'nın Ulusal Koordinatörü olduğu global Kampanyanın merkezi ABD'de: Earthday Net



    “Keçi Burcu”...”Mardin Kapı”...”Evli Beden”...”Yedi Kardeş”...


    SAVUNMANIN SİMGESİ: DİYARBAKIR SURLARI





    “Ben dünyanın dört bucağından Arap, Acem, Hint ve Türk

    memleketlerinde birçok kentler ve kaleler gördüm. Fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid (Diyarbakır) kentinin kalesine benzer bir kale ne gördüm,

    ne de ‘başka bir yerde bunun gibi bir kale gördüm’ diyeni duydum.”



    Nasır-ı Hüsrev, İran’lı şair ve bilgin, 10 Aralık 1046





    Anadolu kültürü ve tarihi içinde özel bir yeri olan Diyarbakır ve çevresi, dünyanın beklediği kültürel çeşitlilik ve zenginliğin yaratacağı büyüklük ile yeni yüzyılda ayrı bir anlam taşıyor. Yerleşim özellikleri itibarıyle, çevresindeki uygarlıklara yaşam şansı vermiş Dicle Nehri ile özel bir ilişki kurabilmiş, görkemli kent Diyarbakır’da, “suyla gelen kültür”den izlerin bugün bir bölümünün hâlâ ayakta olması, uygarlık tarihi açısından bir “şans” olarak değerlendiriliyor. Farklı uluslara ve yönetimlere başkentlik eden Diyarbakır, kentsel tarihin geçirdiği evrim açısından da eşi bulunmaz bir belge, bir kaynak niteliği taşıyor. Diyarbakır’da dünyanın sayılı savunma yapılarından biri olan ve hemen her uygarlığın kendinden izler bıraktığı Diyabakır Kalesi, “taşlara yazılan kent tarihi” olarak nitelendirilip, pek çok araştırmacı için bir yol gösterici eser olma özelliğini sürdürüyor.


    İşte “Diyarbakır Surlarını Koruma ve Geliştirme Projesi” ile bu değerlerin korunması yolunda önemli bir adım atıldı. Diyarbakır Valiliği ve ÇEKÜL Vakfı'nın, yarım yüzyıldır korunması düşünülen, günümüze kadar görünür bir hızla eriyen ve özelliklerini yitiren Diyarbakır Surları'nın tüm sorunları ve incelikleriyle ulusal-uluslararası ortamlara taşıma istekleri sonuç vermeye başladı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve ilgili diğer belediyeler surların çevresini düzenlemeye, farklı boyutlardaki etkinliklerinde değerlendirmeye yöneldiler. Böylece surlar konusunda birlikteliğe dayalı yeni bir zemin oluştu.

    Diyarbakır Valisi Cemil Serhatlı’nın kararlı yaklaşımı ile sürdürülen proje, Diyarbakır Surları’nın korunması ve ünlü “Keçi Burcu”, ”Mardin Kapı”, ”Evli Beden”,”Yedi Kardeş” burçlarının eski kimliğine kavuşturulmasını amaçlıyor. Bu yolda ilk somut örneği Kültür Bakanlığı verdi. Diyarbakır'ı dünyaya taşımaya çalıştı, Keçi Burcu'nun onarımını başlattı. Şimdi herkesin ortak dileği, geçmişteki yanlış onarımların tersine surların kimliğine uygun değerlendirilmesidir.

    Birbirinden ilginç değişik dönemlerin özgün örnekleriyle yüklü “Diyarbakır İçkalesi” de, uluslararası toplantılar ve etkinlikler için yeniden ele alınmakta ve bu proje için de bireysel ve kurumsal katılım ve katkı beklenmekte. Tarihin her dönemine, Atatürk'ün varlığına tanıklık etmiş Türkiye'nin bu çok özel noktasına verilecek yeni kültürel-sanatsal işlev, ulaştığımız kültür düzeyinin de işareti olacaktır. ÇEKÜL Vakfı'nın geliştirdiği projenin ilgili kurullarca onanmış ve işlemlerinin tamamlanmış olması, Diyarbakır'da yeni bir döneme, özel bir ortama nitelikli geçiş olarak değerlendirilmektedir.

    Diyarbakır’da aynı amaçla ele alınan diğer eserler arasında “Surp Giragos Ermeni Kilisesi”, “Cemil Paşa Konağı” ve bir dizi özgün özellikler içeren geleneksel konutlar da değişik çevrelerden destek ve kaynak beklemektedir.


    Bu doğrultuda Diyarbakır, 2000 yılından bu yana, her 22 Nisan’da kamu-yerel-sivil işbirliği ile Surları temizleyerek, küresel çevre etkinliği “22 Nisan Dünya Günü” (“Earth Day”) kampanyasına da katılıyor.

    Nevin SOYUKAYA, ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü


    6. Mimarlik Ogrencileri Bulusmasi:
    "Algı ve His"-


    6-10 Subat 2002 - Beyoglu



    1997 yilinin Şubat ayinda Gazi Üniversitesi'nde birinicisi düzenlenen ve gectigimiz yil besincisi İstanbul'da gercekleştirilen Mİmarlik Ogrencileri Bulusmasi'nin altincisi bu yil İstanbul-Beyoglu'nda düzenlenmektedir. Tema "Algi ve His" olarak belirlenmiştir.

    Bu yil da gecen yil oldugu gibi organizasyonu YTU, MSU, İTU ve İstanbul Kultur Universitelerinden ogrenciler yurutmektedir.

    Farkli yontemlerle egitilmis mimarlik ogrencilerini bir cati altinda toplayip, birbirleriyle, diger disiplin ve yorumlarla tanistirmayi hedefliyoruz. Bu hedef kapsaminda bircok degerli mimarin, sanatcinin ve yazarin da katilimiyla atolye calismalari, geziler, seminerler ve kultur-sanat etkinlikleri duzenlenecektir.

    Bu kapsamda, CEKUL'de iki adet atolye calismasi var; birincisi Aysen Ciravoglu'nun "Ortuk Kentsel Kurgularin İzinde", ikincisi ise ressam Cavit Mukaddes'in "Leonardo Da Vinci Kopru Modeli". İki atolye calismasi da persembe, cuma ve cumartesi gunleri olmak uzere üc gun surecek.

    Ayrica Ebru Kamaci ile Sezgi Ustun'un "Beyoglu Tarihindeki Sinemalar, Tiyatrolar Gelişim ve Donuşumleri" başlikli gezi programinin bulusma noktasi CEKUL Binasi olacak.
    Ayrintili bilgi icin www.atolye5.8m.com

    Gorusmek uzere,

    Görkem Kızılkayak