SON HAFTALARDA DÜNYA GAZETESİNDE YAYIMLANAN ÇEKÜL HABERLERİ
TRAKYA’NIN GELECEĞİ BÖLGE ÖLÇEĞİNDE YENİDEN TARTIŞILMALIDIR...
Türkiye bazı konuları sürekli erteleyerek, sorunlarının büyümesine neden oldu. Bunların başında, “ülkenin yapısına uygun tasarım ve uygulamaların” gündem oluşturmaması, ayrıntılı tartışma ortamının yaratılmaması gelmektedir. Türkiye’yi diğer coğrafyalardan ayıran bazı temel özellikler ise, farklı yaklaşımları kaçınılmaz kılmaktadır. Dikkatle gözden geçirildiğinde bu toprakların, dünyada “çeşitlilik içinde bütünlük” anlayışını yansıtan sayılı yerlerden biri olduğu görülür. Uygarlık tarihinin önemli ipuçlarını içermesi de buradan kaynaklanmaktadır. Gerçekten “Anadolu” ve “Trakya” bir bütün içinde değerlendirildiğinde, “benzerlikler kadar ayrılıkların da egemen olduğunu” gösteren sayısız özellikler birbirini izler.
Günümüzün yönetim anlayışı içinde yapılan yeni düzenlemeler çok yönlü incelenirse, bunların doğal ve kültürel birikimin sonuçlarıyla örtüşmesi güçtür. Oysa Türkiye’nin doğal yapısının yarattığı çeşitlilik, kültürel birikimin sonuçlarıyla birçok noktada bütünlük göstermektedir. Bu da doğal bir sonuçtur. Çünkü gelişmek isteyen toplumlar, varlık nedenlerini olanakların üzerine kurarlar. Bu nedenle, Türkiye’nin doğal-tarihsel-kültürel varlıklarının ayrıntılı biçimde incelenmesi, sayısız ipuçlarını gündeme getirmekte, ortak noktaların, bölgesel bütünlüklerin sınırlarını sağlıklı çizmemizi kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Anadolu Uygarlıkları’nın her evresi, değişik dönemlerde bölgelere verilen adlar, yaratılan kültür, farklı girdileri dikkate almamızı gerekli kılar. Buradan kalkarak üzerinde durulması gereken temel nokta, “doğa ve kültür öncelikli bir bölge çalışmasının başlatılması, sürekliliğe dönüştürülmesidir”.
Kuşkusuz bu süreçte, “kent-havza ölçeğinde planlama-uygulama çalışmalarında” önemli adımların atılmış olması gerekir. Birbirine bağlı ve iç içe sürdürülmesi kaçınılmaz olan böyle bir süreçte, hemen hemen tüm yolların denenmesine rağmen, değişik kaygılarla yönetimler, “bölge-ülke ölçeğinde planlama-uygulama çalışmalarını” da istenilen düzeye taşıyamamışlar, bu doğal olarak değişik kesimlerin güvensizliğini birlikte getirmiştir. İşte bu nedenlerle ÇEKÜL Vakfı, kent-havza ilişkisinin sürekli altını çizerek, her bölgede bir havzayı öne çıkararak, bölge tartışmalarına zemin hazırlamıştır. “Akseki-İbradı”, “Küçük Menderes”,“Yeşilırmak” ve diğer havzalarda, aralıksız bölgenin temel girdilerinin önemi ve önceliğinin üzerinde durulurken, bir yandan da bölgelere geçişi sağlamanın yolları arandı. Türkiye’nin yıllarını verdiği “GAP Projesi” örneğinde, doğal-kültürel varlıkların korunması-kurtarılması konusunda ortaya çıkan “olumsuz sonuçlarla” birlikte, artık kimlik arayışlarında bölge ölçeğinde düşünmenin ertelenemez olduğunu herkes görmeye başladı.
Sağlıksız gidişin durmadığı büyüdüğü, sonuçlarınınsa “dönülmez noktaya ulaştığı” bölgeler içinde Trakya’nın bulunuşu, önceliklerin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kıldı. Gerçekten yarım yüzyıl önce, başta Edirne olmak üzere birçok kent, yıllarca önemleri oranında yatırımlardan pay almadıklarından yakınırlardı. Sınır kenti olmanın sıkıntısını çekerlerdi. Türkiye’deki hızlı değişmeler, Avrupa ve Balkanlarla ilişkilerimizin yeni boyutlar kazanması, Trakya’nın tüm değerlerini yeniden gözden geçirmesine neden oldu. İstanbul ve yakın çevresinin “sanayi ağırlıklı yatırımların odak noktası” olmaya başlaması, Trakya’ya doğru sıçrama göstermesi, neyin nerede yer alacağını tasarlamamış, gerektiği oranda ve yoğunlukta “Ülke-Bölge Ölçeğinde Plan” yapmamış, önlemini almamış yönetimlerin, bu bölgeyi düzeyli ve düzenli değerlendirme şansları yoktu.
Geçen zaman içinde Trakya’da yaşam canlanmakla birlikte, ince dengelere dayalı doğası, kimlikli kentleri, kısa sürede kültür kenti İstanbul’un uğradığı sonuçlara yakın bir ortamın bu bölgeye de egemen olmasına neden oldu. Ormanlar, birinci derece tarım arazilerini besleyen sular, görünür bir hızla kirlenmeye, döküldüğü denizleri kirletmeye başlayınca, gelen sanayinin “önlem almama ve dilediği yanlışı yapma özgürlüğü”, Trakya’yı çok yönlü çıkmaza itti.
Türkiye sınırları içinde doğal-kültürel bütünlük gösteren bir bölge olarak Trakya, ayrıcalıklı yer olma özelliğini yıllarca korumuştu. Bölge, yapısına uygun yatırım beklerken, bu “baskın niteliğindeki yeni gelişmeler”, önce kaynağı kurutmuş, suyun, havanın, tarım topraklarının tükenişini hızlandırmıştı. Oysa tarihin her döneminde, uzun Osmanlı yönetimi boyunca Trakya, büyük kültürlerin, Anadolu’ya ve İstanbul’a egemen olmak isteyenlerin, sürekli aktığı bereketli bir bölge olarak, özel bir öneme, özgün mimarlık ürünlerine, değişik gelişmelerin sonuçlarına tanık olmuştu. Derinlikli tarihi boyunca da bu özelliğini kesintisiz korumasını bilmişti. Osmanlı yönetiminin “beylikten imparatorluğa” geçişinin tüm verilerini de içeren Trakya, ilk kez doğudan batıya yönelen bu insanların sorunlarla dolu günlerinin izlerini taşıdı... Farklı bir anlam yüklendiğinin bilincini yıllarca pekiştirerek sürdürdü... Bu nedenle, bölgedeki küçük büyük her yerleşme yeri, bütün içinde kimliğini yüzlerce yıl koruyabildi...
İnsanlar ve toplumlar, dünle bugün arasında sürekli gidip gelebiliyor, gelişmeleri sağlıklı yargılayabiliyorlarsa, yitirilen özlü özellikli değerlerin farkına daha çabuk varabilirler. Trakya, özel insanı, özel doğası, özgün kültürel mirasıyla, uzun yıllar büyük bozulmalar geçirmeden Yirminci Yüzyılın ortalarına ulaştı. Birbirinden ilginç yapıtlar, güç durumda olsalar bile, kimliklerini koruyabildiler. Bu nedenle sağlıklı ve bütünü gören bir yaklaşım, gelecekte yapılacak yanlışları azaltabilirdi. Yakınında İstanbul büyük bir hızla yara alırken, benzer yanlışlar ertelenebilirdi. Oysa önce toprağın altında ve üstünde sular kirlendi. Toprağın gücü azaldı, ayçiçekleri boyunlarını erken düşürmeye başladılar. Trakya’nın özel tarihinin basamak yapıları hızla kimliklerini yitirmeye, yıkılmaya yüz tuttular. İstanbul’dan ve Yunanistan’dan gelenleri çok uzaklardan karşılayan Trakya’nın her noktasında kalıcı izler bırakmış Mimar Sinan’ın ünlü Selimiye Camisi bile, “kendisinden daha önemli apartmanlar” nedeniyle görünmez oldu.
Sonuçta bütün bu yarım yüzyıl içindeki gelişmeler, “kültür topraklarını” sorunlarla yüklü bir ortama dönüştürdü. Böylesi bir süreçte, tepkiler de büyümeye başladı. Özellikle son yıllarda “kamu-yerel-özel-sivil birlikteliğine” dayalı girişimlerin hız kazanması, “bölge ölçeğinde planlama” için geniş katılımlı bilimsel toplantılar düzenlenmesi, değişik kesimlerin yanlışı durdurma konusunda ortak çaba içine girmeleri, çözüm arayışlarının ilk işaretleri olarak görülmelidir. Edirne Valiliği, Trakya Üniversitesi, Edirne Belediyesi ve Trakya’daki diğer kent yöneticilerinin, doğal-tarihsel-kültürel mirasın korunması-yaşatılması yolunda ilk adımları atmış olmaları, acaba Trakya’nın önünü görmesini, kimliğine kavuşmasını sağlayabilecek mi? Çünkü bu bölgede zaman hızlı geçmekte, sorunlar da o oranda büyümekte, Trakya’nın geleceği “yeni kararları ve bilinçli uygulamaları” beklemekte...
KUŞADASI’NDA YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR...
Türkiye yarım yüzyıldır farklı bir süreci yaşadı. Bu sürecin sonunda varılan sonuç, “yeniden yapılanmanın” kaçınılmaz olduğuydu. Geçen zaman içinde yapılan yanlışların, dönüşü olmayan noktaların başında, gücünü ve niteliğini yitiren “doğa”, binlerce yılda üretilmiş “kültürel miras”, kuşaklar arası ilişkileri koparacak düzeye ulaşmış “insan ilişkileri” gelmekteydi. Belki dünyanın bazı coğrafyalarında da benzer gelişmeler oldu. Ancak Türkiye, köklü birikimini, özel koşullarını göz ardı ederek, “inatla” bu yarım yüzyılı yanlış değerlendirdi.
Yanlışlarda direnilen noktaların başında, ülkenin tüm değerlerinin saptanmasını sağlayacak ortamın oluşmasının, “bilinçli biçimde önlenmesi” gelmekteydi. “Neyin nerede, hangi öncelikte ve düzeyde üretileceğine karar vermenin yollarının tıkanması”, yaratılan boşlukta özlü özellikli değerlerin yitirilmesi, bu yarım yüzyılın sağlıksız gündeminin günümüze kadar uzanmasına neden oldu.
Bugün bu içinden çıkılmaz sorunların somutlandığı yerlerin başında hiç kuşkusuz kentlerimiz gelmektedir. Topraklarından kopmuş insanların sürekli hareketliliği içinde baskı altında kalan kentler, geçmişi-bugünü-geleceği birlikte tasarlayacağı ortamı yakalayamaz duruma gelmiştir. Ayrıca “sürekliliğe dayanan bir geleneğin özellikle yaratılmamış olması”, iyi niyetli girişimleri de başarısız kılmıştır. İşte böyle bir ara kesitte duran, ele geçen olanakları sağlıksız yapılaşmayla yitiren kentlerin başında, “Kuşadası” da gelmektedir.
Yarım yüzyıl içinde oluşan gerçeklerin ışığında Kuşadası’nın bugünkü yöneticilerinin önünde iki gerçek durmaktadır. Bunlardan birincisi, düşlerimize girdiğinde hepimizi korkutacak boyuttaki bir değişimin yarattığı sonuçlardır. Tüm “etik değerleri” altüst eden böyle bir çarpık “turizm” olgusunun sıkıntılarla yüklü sonuçlarının önemli bölümünün geri dönülmez nitelikte oluşu, iyi niyetli yeni yaklaşımları da zorlamaktadır. Bunun yanı sıra, ülke ve dünya düzeyinde yapılan tartışmalarda, Kuşadası’nın sürekli olumsuz örnek olarak gösterilmesi, ancak “soğukkanlı ve inandırıcı iyileştirme çalışmalarıyla” silinecek bir durumdur. Bu sıcak gelişmelerin aşılması yolunda herkesi zaman yitirmeden göreve çağırmak, geniş katılıma dayalı programlarla ortamı değiştirmek, belirli bir süre içinde çok farklı bir gündemin oluşmasına zemin hazırlayabilir. Ayrıca, yanlışın doğruya dönüştürülebileceği yolunda da önemli bir adım atılmış olur.
Burada ikinci temel öğe, büyük küçük demeden ulaşılan doğruların zaman yitirmeden yaşama geçirilmesidir. Nasıl turizm adı altında her değerin tüketilmesi kısa sürede olmuşsa, bu kez doğrular da dayanışmaya dayalı somut sonuçlara aynı hızla ulaşmalıdır. Hiç kuşkusuz geleceği tasarlarken, kısa-orta-uzun dönemli hedefler koymak gerekecektir. Burada kısa dönemde yapılacaklarla başarıya ulaşmak, olayın yönünü değiştirmede büyük rol oynayacak, inanırlığı artıracaktır.
Değinilen konularda Kuşadası’nın yeni yöneticileri tutarlı bir yol izleyerek, geçmiş dönemlerden kalan olumsuz izleri silmek için, “kentin genel çıkarlarını egemen kılacak gündeme” öncelik tanımışlar, ardından ülkenin bilim-sanat dünyasının birikimli kimliklerinin Kuşadası konusuna yoğunlaşmasına ortam hazırlamışlar. Bir dizi etkinliklerin ardından, 23-26 Şubat 2000 tarihinde “Geçmişten Geleceğe Kuşadası” başlığını taşıyan bir sempozyumda, bu konudaki tüm bilgi birikimini bir araya getirmeyi başarmışlar. Editörlüğünü Dr. Ayşe G. Şerifoğlu’nun yaptığı bir kitapla da sonuçları, geniş bir dağıtımla tüm ilgililerin tartışmasına açmışlar.
Bu süreçte Kuşadası Belediyesi, elde edilen verilerin ışığında öncelikle “eski olumsuz yaklaşımları durdurmaya” yönelmiş. Zaman yitirmeden kalan köklü değerlerden yola çıkarak, Kuşadası’nın kesilen “dün-bugün-gelecek ilişkisini” değişik alanlarda yeniden egemen kılmaya başlamışlar. Eski tarihsel-kültürel dokunun kalabilen parçalarını yeniden buluşturmaya, yeni işlevlerle donatarak olumsuz görünümleri azaltmaya yönelmeleri, çarşı bölgesindeki halkın katılımını sağlamış, kentte yeni bir dönemin başlangıcı olmuş. Bugün Sağlık Caddesi’ndeki gelişmelerin hızla çevreye yayılması ve genişlemesini isteyen Kuşadalıların sayısının çoğalması, girişimin başarısı olarak görülmektedir.
Ayrıca kentin surlarından ve burçlarından kalan parçaların, değişik işlevli birbirinden önemli yapıların yeniden değerlendirilmesi için yapılan çalışmalar, Fatma-Şaban Alkış Sanat Evi’nde olduğu gibi geleneksel konutlardan bazılarına yeni işlevler verilerek yaşamalarının sağlanması, başlayan hareketin olumlu izleri olarak görülmelidir.
Türkiye’de turizmin tartışma konusu olduğu ilk yıllarda üzerinde durulan yapılardan biri de, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın onarılarak konaklama işlevlerine ayrılmasıydı. Bugüne kadar sayısını çoğaltarak yeterince değerlendiremediğimiz bu tür yapıların ilk örneklerinden Kuşadası’ndaki Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın ardından, geleneksel evlere de tarihi dokunun içinde yeniden yaşam şansı tanınmasının düşünülmesi, farklı bir yaklaşımın ilk işaretleri olmaktadır.
6-7 Nisan 2002 tarihinde Kuşadası Belediye Başkanlığı’nın ev sahipliğinde büyük bir katılımla gerçekleşen ÇEKÜL Vakfı’nın “Ege Bölgesi Koruma Toplantısı”nda, başta Aydın Valisi Emir Durmaz ve Kuşadası Belediye Başkanı Fuat Akdoğan’ın kararlı bir biçimde üzerinde durdukları konu, kentin ayakta kalabilmiş tarihi dokusunu oluşturan evlerin tümünün zaman yitirmeden onarılması, Çalıkuşu Evi’nden başlamak üzere bir bölümüne yeni işlevler verilerek bu bölgenin yeniden değerlendirilmesi, sağlıklaştırma çalışmaları süren çarşıyla bağlantısının sağlanmasıydı. Tasarım-uygulama eylemleri için, Aydın Valiliği ve ÇEKÜL Vakfı’nın destekleriyle, Kuşadası Belediyesi’nde bu konulara duyarlı- birikimli kişilerle bir birimin oluşturulması, daha şimdiden sürecin kısalacağının ilk işareti olarak görülmüştür. Geçen yıllarda Kuşadası Belediyesi’nin Güvercin Ada’daki Kale ve çevresini olumsuz ortamdan kurtarması, yeniden düzenleyerek sanatsal-kültürel etkinliklere açması, bu yeni girişimin de hızla başarıya ulaşacağı inancını artırmıştır.
Kuşadası’ndaki bu gelişmeler, salt bu kent için “yeni bir dönemin işareti” olarak düşünülmemektedir. Benzer yanlışlarla kimlik çöküntüsüne uğramış tüm kentlerde, doğal-tarihsel-kültürel varlıkların kalan bölümleri ne yoğunlukta olursa olsun, onların yeniden değerlendirilmesi, genel bir karara bağlanmış bulunmaktadır. Kalanların gözden çıkarılmasını önleyici güç odaklarının varlığının kanıtlanması, oluşmaya başlayan yeni gündem için önemli bir göstergedir. “Ege Bölgesi Koruma Toplantısı”, yeni kavramlar, yeni dayanışma odakları oluşturması açısından önemli bir dönüm noktası olmuş, kamu-yerel-sivil güçlerin her bölgeye “kent-havza-bölge ölçeğinde” bakmasını sağlamıştır. Kuşadası da böyle bir bakış açısı içinde değerlendirilmiş, dayanışma alanı da o oranda genişlemiştir. Bu kuşkusuz, yeni bir dönemin başlangıcı, somut sonuçlara giden yolun olumlu işaretleridir...
GELİŞEN KAVRAMLARIN VE KATILIMIN GÖSTERGESİ: DÜNYA GÜNÜ
İnsanların ve toplumların, zaman zaman belirli kavramlar ve başlıklar altında düşüncelerini daha güçlü açıklamaya ve paylaşmaya gereksinim duydukları anlar vardır. Böylesi bir ortamın, insanları ve toplumları sarsan büyük olayların ardından yaygınlık ve güç kazanması, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir noktadır. Bu, aynı zamanda “düşüncenin-kavramların-katılımın” nelere bağlı gelişme gösterdiğinin de işareti olmaktadır.
İnsanlık tarihinin, uygarlık tarihinin köklü geçmişine bakıldığında, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın birlikte gündem oluşturması, insanları ve toplumları-her zaman gerektiği anlarda olmasa bile-farklı bir noktada buluşmaya, kalıcı öğelere sarılmaya yönelttiği görülmektedir. “Yirminci Yüzyıla” gelinceye kadar, dünyamızın yaşanabilir olmaktan çıkacağını kim söyleyebilir, kim düşünebilirdi? Dünya savaşları bile bizlere, tüm coğrafyaları sarsacak nitelikte gözükmemişti. Oysa bir süredir, havanın, suyun, yeşilin, kısacası yaşam kaynaklarımızın hızla bittiğinden-tükendiğinden söz ediyoruz...
Hiç kuşkusuz bu hızlı tükeniş, hızlı düşünce üretmeyi, inandırıcı önlemler almayı, farklı kavramlarda buluşmayı, katılımın boyutunu büyütmeyi kaçınılmaz kıldı. 1970 yılında aynı düşüncelerle yola çıkan Harvard Hukuk Fakültesi öğrencisi Denis Hayes, hepimize şöyle sesleniyordu: “Kim demiş dünyayı değiştiremezsiniz diye? Bir tek insan bile dünyayı değiştirebilir!” Bu uyarı ve çağrı, bir bakıma herkesin ortak kaygılarına çözüm yolları da içeriyordu. O günlerin hemen ardından “22 Nisan,” tüm toplumların, tüm bireylerin ortak günü oldu. Herkes biliyordu ki, dünyamız sağlığını yitirdi mi, diğer günler de gücünü yitirecekti... Milyonlarca insan, gidişin gidiş olmadığını daha yüksek sesle söylemeye başladı, yeni dayanışma odakları oluşturmaya çalıştı... Bu aynı zamanda dünyamızdan bir şeylerin hızla eksildiğinin de somut işaretiydi...
İşte bu gelişmelerin ışığında, hareketin öncü kimliklerinden Mark Dubois, 32 yıl sonra dünyaya Türkiye’den sesleniyordu... Gelişen teknolojilerin sağladığı olanakla, anında tüm dünyaya 22 Nisan sabahı Mudanya Mütareke Meydanı’nından, 2002 yılının mesajını veriyordu: “Evimizi Koruyalım” diyordu... Yıllar önce, ulusumuzun bağımsızlık belgesinin imzalandığı beyaz boyalı “Mütareke Müzesi”nin önünde... Artık kavramların içi farklı dolduruluyor, katılımın yapısıysa hızla değişiyordu...
22 Nisan günü, Türkiye’nin değişik yerlerinden, Bursa ve yakın çevresinden gelmiş her yaştan, her kesimden insan, Mudanya’da ortak geleceğimizi tartışıyordu. Özellikle çocukların, Mark Dubois’nın konuşmasının can alıcı noktalarına gösterdikleri tepki, gelecek kuşakların bilincinin sınırlarını da belirliyordu. Dünya Günü Türkiye Ulusal Koordinatörü ÇEKÜL Vakfı’nın yıllardır, “ülkenin gündeminin öncelikleri değişmelidir... kamu-özel-yerel-sivil birlikteliğine dayalı yeni bir ortam yaratılmalıdır... kent-havza-bölge-ülke ölçeğinde tasarım ve uygulamalar geleneğe dönüşmelidir...bütün bunlar doğa-insan-kültür bağlamında yaşam şansı bulmalıdır” diyerek savunduğu gerçeklerin, tüm kenti dolduran coşkulu insanlar tarafından da paylaşılmış olması, değişme-değiştirme isteğinin somut işareti, somut yansımasıydı...ÇEKÜL Vakfı’nın ülkeyi saran “7 Bölge 7 Kent” projesinde Mudanya’nın neden yer aldığının da anlamlı bir açıklamasıydı...
Sorunları, değişik ölçeklerde tüm açıklığıyla tartışmaya açma, çözüm önerileri geliştirme konusunda, meydanda toplanan herkes birleşiyordu. Konuşmasında temel noktaların altını çizen, Dünya Günü’nü Türkiye açısından değerlendiren, “7+17 Dünya Günü Ormanları”nın gelecekte kentlerin çevresinde yaratacağı yeşil kuşağın önemini vurgulayan Orman Bakanı Prof. Dr. Nami Çağan, kentin değişik yerlerindeki etkinliklere de katılarak, içten ve gerçek birlikteliğe örnek oluşturuyordu. Bursa Valisi Ali Fuat Güven, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan Bilenser, Mudanya Kaymakamı Mustafa Esen, Mudanya Belediye Başkanı Hasan Aktürk başta olmak üzere, kentin değişik yerlerinde birbirini izleyen bir dizi etkinliklerde görüşlerini açıklayan kamu-özel-yerel-sivil kesimlerin temsilcileri, “evimizi” yani “dünyamızı korumanın” yeni bir bilincin ürünü olduğunun altını sürekli çizdiler. Yerel yöneticilerin, sivil toplum örgütlerinin içten katkıları ve çabaları, tüm katılanların övgü dolu cümleleriyle değerlendirildi.
Kastamonu’dan, Tokat’tan, yurdun her köşesinde gelen “Dünya Günü” haberleri ve görüntüleriyse, zaman yitirmeden -uydu yoluyla internet üzerinden- dünyaya aktarıldı. Etkinliklerin, kentin sokaklarına, Kumyaka-Trilye-Cumalıkızık’a yansıması, 23 Nisan’ın coşkusuyla buluşması, dünyada gelişen kavramların yaygınlaşmasını, katılımın boyutlanmasını birlikte getirdi. Dünya Günü Türkiye Ulusal Koordinatörü ÇEKÜL Vakfı’nın bu ortamda yayınladığı mesaj ise şu cümlelerle bitiyordu: “...Doğal-tarihsel-kültürel varlıkların her ölçekte korunmasını-yaşatılmasını sürekli savunduk. Doğru-tutarlı ‘hemşehri’, ‘yurttaş’, ‘dünyalı’ olmak istiyorsak, yanlışlar nerede oluşursa oluşsun, bilinçli bir birey kimliğiyle tavır koymak, bizlerin, hepimizin öncelikli görevi olmalıdır. Bu nedenle, yanlışların bir başkası tarafından düzeltilmesini beklemeden herkesi, dünyamızı diri tutacak eylemlerin içinde olmaya çağırıyoruz.”
Dünya Günü haftasında nerelerde etkinlikler düzenlendi?
20 Nisan 2002, Kastamonu'da Mimar Vedat Tek Anı Sanat ve Restorasyon Merkezi'nde “ÇEVRE, KÜLTÜR, DUYARLILIK, KÜLTÜREL MİRAS, KASTAMONU...” paneli ile Sepetçioğlu Konağı'nda gün boyu süren çocuklara dönük etkinlikler...
21 Nisan 2002, İstanbul'da ÇAtalca'da "7 Ağaç Ormanları"nda fidan dikim töreni, Tokat'ta Topçam Mahallesinde kutlama ve Huzur Evi civarında 2,500 fidan dikimi ve Cizre'de kutlamalar...
22 Nisan 2002, Mudanya'da (yukarıda sözü edilen bir dizi temel etkinlik), Muğla'da uçurtma şenliği, temizlik kampanyası, Çorum'da fotoğraf sergisi açılışı, fidan dikimi ve "Kent Tarihine Yolculuk" turu ve apnel...
25 Nisan 2002, İstanbul’da Porto Allegre belgeseli ( 25 Nisan 2002 Perşembe saat 19.00'da Mark Dubois Türkiye'den ayrılmadan önce Armada Otel'de bir basın sohbeti düzenlendi... ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen'in de katılacağı bu etkinlikte, Dubois'nın yanında getirdiği, 2002 başında Brezilya, Porto Allegre'de düzenlenen "Dünya Sosyal Forumu" ile ilgili 24 dakikalık "Başka Bir Dünya Mümkün" başlıklı bir belgesel gösterildi... Daha sonra Prof. Sözen ve Mark, katılanlarla sohbet ettiler.)
Dubois ziyareti, Türk basını tarafından geniş biçimde değerlendirildi...
İstanbul, Tokat ve Kastamonu etkinliklerinin Mudanya’daki törenle birlikte yayına sokulduğu web adresi: http://www.cekulvakfi.org.tr/wd/ (Web-viedo filmleri izleyebilmek için sisteminizde “Quick Player” yüklü olması gerekiyor)
KORUMA ÇALIŞMALARI, AYDINOĞLU BAŞKENTİ BİRGİ’DEN, KÜÇÜK MENDERES HAVZASI’NA GENİŞLİYOR...
1996 yılında, Türkiye’nin dört bir yanında başlatılan doğal ve kültürel varlıkların çok yönlü korunması ve yaşatılması girişimlerinin ardından, Birgi’nin adının da öne çıkması bir rastlantı değildi. Ödemiş’in dağlara yaslanan bölümü gibi duran Aydınoğlu Beyliği’nin başkenti Birgi, anıtsal yapıları, birbirinden ilginç ev ve konaklarıyla, tarihin her döneminde önemini korumuş, yerli-yabancı gezginlerin, bilim çevrelerinin sürekli ilgi odağı olmuştu. Bütün bu birikimlere rağmen, kentin her yıl görünür bir hızla kimliğini yitirmeye başlaması, tümüyle yeniden ele alınmasını kaçınılmaz kılıyordu. UNESCO’nun “geçmişimiz için bir gelecek” başlığı altında 1975 yılını, dünyada mimarlık yılı olarak açıklamasıyla birlikte, Safranbolu, Birgi, Kemaliye, Mardin, öncelikle korunması düşünülen kentler arasında yer almış, bunlar içinden Safranbolu, Dünya Mirası Listesi’ne girme başarısını göstermişti.
Yıllar sonra geçmiş deneyim ve birikimlere dayanarak ÇEKÜL Vakfı’nın, “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamında Batı Anadolu Bölgesi’ni simgelemek üzere Birgi’yi seçmesi, kentte yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Seçilme kararının gerekçesi şu cümlelerle bitiyordu: “Bu özgün toprakların sahibi kolay olunmuyor. Bugün Birgi’de bir araya gelmeye çalışanlar için korunması gereken tüm ülkedir, dünyanın her yeridir. Artık bir yerde yanlış başladı mı, o her yere kısa sürede ulaşmayı bilir. Bu nedenle, uzak-yakın nerede oturursanız oturun, 'Birgi’deki kimliği koruma savaşına’ katılmanız bilincinizle ilgilidir. Bilincinizi ölçmeye çağırıyoruz.” Gerçekten, bilinçli çevreler, kısa sürede hedefe giden yolda katkı vermeye başladılar. ÇEKÜL Vakfı Küçük Menderes Havzası Koordinatörü Emin Başaranbilek’in, dönemin Birgi Belediye Başkanı M. Hıfzı Aslankaraoğlu’yla birlikte, değişik kesimlerin destekleriyle oluşturdukları “eylem planı” çerçevesinde, diğer bölgeleri de etkileyecek tasarım ve uygulamalar birbirini izledi. Kentin “koruma imar planı” doğrultusunda iyileştirme çalışmaları, Cumhuriyet Meydanı’ndan başladı.
Yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, eğitim kurumlarının işbirliği çerçevesinde, Mimar Sinan Üniversitesi, Birgi Belediyesi’nin sağladığı alanda, uluslararası boyutları da içerecek “yaz okulları merkezinin” kurulması için gerekli projeleri tamamladı. Başta İzmir Ege, Dokuz Eylül üniversiteleri, Yüksek Teknoloji Enstitüsü, İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi, Türkiye’de mimarlık, şehircilik, sanat tarihi, arkeoloji, güzel sanatlarla ilgili birimleri olan üniversitelerin öğrencileri, öğretim üyelerinin yönlendirdiği programlar çerçevesinde, kendilerini kimlikli bir ortamda geliştirme olanağı buldular. Bunlara Fransa ve Kanada’dan mimarlık okullarının katılmaları ve sonuçlarını sergilemeleri, büyük bir bilgi birikimine ulaşılmasını sağladı. Ayrıca Birgi’nin değişik yerleri, öğrencilerin ilginç resim ve heykelleriyle donandı. Bu birikimin bir bölümü, başta İstanbul olmak üzere değişik kentlere ve yurtdışına da taşındı. Bunlara koşut olarak, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin havzadaki çalışmaları, halkın farklı yönde bilinçlenmelerini hızlandırdı. Her kuşak insanın, katılıma dayalı çok yönlü koruma politikaları çerçevesinde yarattıkları ortamın havza boyutuna yansıması, saptanan hedeflerin doğruluğunun da kanıtı oldu.
Küçük Menderes Havzası’nda tarım alanlarının iyileştirilmesinin yanı sıra, arkeolojik alanların da gündeme getirilmesi, bunlara koşut olarak Ödemiş-Beydağ-Kiraz-Tire-Selçuk-Bayındır-Konaklı-Ovakent-Bademli-Gölcük-Bozdağ’da, doğal ve kültürel varlıkların korunmasında yeni adımların atılması, ortak çalışma ortamının yaratılması, kısa sürede farklı ilişkilerin oluşmasına neden oldu. Bu süreçte, belediye başkanlarına ve sivil toplum örgütlerine, dönemin İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu ve ardından Alaaddin Yüksel’in yakın ilgi ve destekleri, kamu-yerel-sivil birlikteliğinin gücü konusunda havzada herkese inandırıcı işaretler verilmesini sağladı. Havza merkezi konumundaki Ödemiş’te, Belediye Başkanı Mehmet Eriş’in “Ödemiş Arastası ve Çevresinin İyileştirilmesi” projesine başlaması, Konaklı Belediye Başkanı Kamuran Açıkalın’ın “Hükümet Meydanı Düzenlemesi,” Bademli Belediye Başkanı Selçuk Bilgi’nin birbirinden ilginç geleneksel konutlardan bir bölümünün onarılabilmesi için proje üretmesi, Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ilgili birimlerinin harekete geçmesi, bu tür girişimlerin yaygınlaşacağının ilk işaretleriydi. “ÇEKÜL Vakfı Küçük Menderes Havzası Gönüllüleri” ise, uzun tartışmalardan sonra, bir dizi etkinliklerin yanı sıra, Ödemiş Kaymakamı Erkan Işılgan’ın da desteğiyle, Birgi’de başlattıkları cephe iyileştirme çalışmalarının birinci evresini tamamlayabilme başarısını gösterdiler.
Kuşkusuz kısa bir süre sonra bu eylemlerin merkezi, Birgi’deki “Çevre Kültür Evi” olacak. ÇEKÜL Vakfı’nın, “Birgi Araştırmaları Merkezi” olarak da tasarladığı, eskiden okuma-yazma öğretmek üzere kullanılan, bir bölümü yıkılmış yapının örnek bir onarımla yaşama geçirilmesi, halka çok yönlü katkı sağlayacak, kent ve havzayla ilgili belge-bulgular burada toplanacak. Oluşturulacak kitaplık ve düzenlenecek etkinliklerle, havzada doğal ve kültürel varlıkların korunması çalışmalarının bu merkezden yönlendirilmesi, eşgüdüm açısından önemli bir boşluğu dolduracak. Bilgilerin ve verilerin buradan dağılması, yerli-yabancı herkesin yararlanmasına ortam hazırlanması, yaz okullarının çalışmalarında odak noktası olması, günümüzün gelişen teknolojilerini içermesi için, duyarlı herkesin bu merkeze katkı sağlaması, hızla gelişmesi yolunda çaba göstermesi beklenmekte...
1996 yılında, ülke düzeyinde bir çağrıyla Birgi’de başlayan bu çalışmalarda, sanat ve bilim insanlarının, belirli bir hedefe yönelik etkinliklere verdikleri desteklerin çevre halkı üzerinde derin izler bırakması, ÇEKÜL Vakfı üyelerinin yerel yönetimler ve diğer sivil toplum örgütleriyle birlikte girişimleri çeşitlendirme, sürekli kılma başarıları, düzeyli ve kalıcı yayınlarla yaygınlığın artırılması, Ege Bölgesi’ndeki diğer havza boyutunda sürdürülen koruma çabalarına daha şimdiden örnek oluşturmakta... Bir bakıma Birgi’den Küçük Menderes Havzası’na genişleyen, diğer havzaları etkileyerek bölgeye taşan bu süreçte, tüm kesimlerin birlikteliğin gücünü ve sonuçlarını görmesi, değişimin görünür işaretleri olarak nitelendirilmekte... Nisan ayının ilk haftasında Kuşadası’nda yapılan “Doğal ve Kültürel Varlıkların Korunması Toplantısı” da (*), Ege Bölgesi’ndeki bu katılıma dayalı gelişmelerin topluca değerlendirilmesine olanak yaratmıştır...
ANNELER ORMANI İÇİN BU PAZAR ARMADA'DA KAHVALTIDA BULUŞUYORUZ!
Çekül Vakfi ve Armada’nin Anneler Günü’nü kutlamak için ortaklaşa düzenledikleri kahvaltıya katılacak annelerin adına “Çekül Anneler Ormani”nda fidanlar dikilecek...
ÇEKÜL Vakfı ve Armada, ilkini geçen yıl başlattıkları "ÇEKÜL ANNELER ORMANI"na bu yılın Anneler Günü'nde de katkıda bulunmayi sürdürüyor. Bu kutlama biçimi, anneye duyulan sevgi ve saygı ile doğaya duyulmasi gerekenin arasında fark olmadığı gerekçesi ile başlatılmıştı..
Çocuklar, anneleri ile 12 Mayıs'ı, Armada’da saat 10.30’dan 14.00’e kadar sürecek bir “Pazar Kahvaltisi”nda kutlayacaklar. Gelirin bir bölümü ile Armada’ya gelen annelerin adına ÇEKÜL’ün “7 Agaç Ormanlari”nda bir fidan dikilecek. Dileyenler kahvaltı süresince açık olacak ÇEKÜL masasından, annelerine ayrıca “7 Ağaç” ya da ÇEKÜL'ün diger sürpriz ürünlerinden de armağan edebilecek...
Kahvalti : 13,500,000.- TK (KDV dahil)
Not: Hava elverişli olursa kahvaltı TERAS'ta yapılacak!
Ayrıntılı bilgi ve rezervasyon için:
Armada : 212 638 13 70-78 telefondan Satış ekibi / Zerrin Kelebek zkelebek@armadahotel.com.tr
ÇEKÜL : 212 249 64 64 telefondan Sevinç Baliç / sevinc.balic@cekulvakfi.org.tr