Çarşamba, Mart 27, 2002

Tokat Buluşması



Tarihi Kentler Birliği'nin ve ÇEKÜL Tokat Temsilcisi Adnan Şahin'in, Tokat Kent Senatosu Başkan ve üyeleri ile işbirliği içinde düzenlediği, Tokat Belediyesi ve Tokat Valiliği evsahipliğinde 22 ve 24 Mart 2002 tarihlerinde yapılan "Tokat Buluşması"nın tüm ayrıntıları Birliğin web kütüğü'nde bulunuyor...

Tokat Kent Senatosu da artık bir web kütüğü (weblog) tutmaya başlıyor: Tokat Kent Senato


Metin SözenSönmez Yanardağ'ın kamerasından Metin Sözen...

Son haftalarda Dünya Çevre Kültürü sayfasında yayınlanan ÇEKÜL ilintili haberlerden...



KENTSEL KİMLİĞİ KORUMADA MİDYAT’IN ÖYKÜSÜ...





Anadolu’nun birbirinden ilginç kültürlerini ve inançlarını kentsel dokusunda günümüze kadar duyuran ve yaşatan kentler arasında Midyat, ayrıcalıklı yerini bugün de korumaktadır. Güneydoğu Anadolu’da köyden kente her ölçekte yerleşme yeri, zengin geçmişinin kazandırdığı olanakla, başta arkeolojik alanda olmak üzere, çok yönlü ilgi odağı olmayı sürdürmekte, her geçen gün bu ilginin yoğunluğunu artırmaktadır. İlginin hızla artmasının temel kaynağı, her türlü olanakları-sorunları birlikte getiren ve ülkenin geleceğini ilgilendiren barajların, ağır ağır yaşama geçmeye başlamasıdır.



Bu süreçte Midyat, önemi oranında ilgi odağı olmasa da, duyarlı çevrelerin farklı yaklaşımlarına tanık oldu. Kent konusunda, kısa-orta-uzun dönemli hedefleri içeren ilk köklü yaklaşım, ÇEKÜL Vakfı’nın “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamına girmesiydi. Güneydoğu Anadolu’yu simgelemek üzere, Midyat Kaymakamı ve ÇEKÜL Vakfı Yüksek Danışma Kurulu üyesi Feyzullah Özcan’ın, ÇEKÜL Vakfı Bölge Koordinatörü Nevin Soyukaya’yla birlikte yaptıkları öneri, Vakıf Yönetim Kurulu tarafından olumlu karşılanmıştı. Daha önce, “TBMM Kültür-Sanat ve Yayın Kurulu” da, Diyarbakır-Şanlıurfa-Mardin-Midyat’ta, geleneksel niteliklerini koruyan evlerden birinin, kimliklerine uygun onarılarak işlevlendirilmesi kararını almıştı. Bu konuda somut sonuçlara ulaşan ilk yer de Midyat olmuştu.



Kentin tümüyle ele alınmasıyla ilgili bilimsel adım ise Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından atıldı. 1997 yılında kentin şehircilik ve mimarlık açısından değerlendirilmeye başlanması, yeni çalışmaları birlikte getirdi. Ardından mimar Sezin Yılmaz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hazırladığı tezle, geleneksel Midyat evlerinin temel özelliklerini belirlemeye yöneldi. Aynı yıllarda, fotoğraf sanatçıları ve yazarlar, Midyat’ı, farklı yaklaşımlara olanak vermesi nedeniyle sık sık gündemlerine taşıdılar.



Bu arada değişik kentlerde yaşayan Midyatlı’lar, kurdukları örgütlerle, kentin kimliğinin korunması yolunda hemşehrilerini desteğe çağırdılar. Deyrul-Umur Manastırı Vakfı da, her aşamada ilgisini sürdürdü. O yıllarda İzmir Valisi olan, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri görevini yükümlenen Kemal Nehrozoğlu ise, kente kesintisiz katkı sağlayan kişilerin başında yer aldı.



Bu gelişmelere koşut olarak, Kastamonu’ya vali yardımcısı olarak atanan eski kaymakam Feyzullah Özcan, birbirini izleyen bir dizi çalışmayla, “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamında yapılması gerekenleri yaşama geçirmeyi başladı. Bunların başında, Midyat “Çevre Kültür Evi” gelmektedir.

İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nden bu amaçla gönderilen ödenek, evin önemli bir bölümünün tamamlanmasını sağladı. ÇEKÜL Vakfı Tasarım-Uygulama Birimi Sorumlusu Dr. Mehmet Alper tarafından hazırlanan ayrıntılı proje, bilimsel araştırmalar başta olmak üzere çok amaçlı işlevleri içeriyor, her aşamada yapıya özenli yaklaşımı kaçınılmaz kılıyordu. Onarımın çıkış noktası, Güneydoğu Anadolu’da örnek yaratmak, ardından kentin tümünün kimliğini belirleyecek bir "koruma planı"na ulaşma sürecini kısaltmaktı. Hedeflenen, Çevre Kültür Evi’nin tüm bu girişimlerin merkezini oluşturmasıydı; daha eksikleri bulunmasına rağmen, şimdiden belirlenen hedefe katkı sağlamaya başlamış bulunmaktadır.



Tasarım ve bezeme açısından böylesine niteliklerle yüklü bir yapı için, geleneğin gücünü yitirmemiş taşçı ustalarına gerek duyulacaktı. Çevrede yapılan araştırmalar, bulunan iki yaşlı ustayla işe başlamanın, usta-çırak ilişkisi içinde yeni kadrolara yönelmenin, en kısa ve kalıcı yol olduğunu gösteriyordu. Zaman yitirmeden Kaymakamlık içinde yeni bir birim oluşturuldu, teknikler ve aletler geliştirildi, çalışanların sayısı her geçen gün artırıldı. Değişik yerlerden isteklerin çoğalması, Çevre Kültür Evi’ni görenlerin farklı düşünmeye başlamaları, taşçılık konusunda Midyat’ın eski ününe yaklaşılması, somut sonuçlara hızla ulaşılması, atanan yeni yöneticilerin sürekliliği sağlamaları, geleceğe dönük umutları pekiştirdi.



Onarım sürecinde Midyat Belediye Başkanı, “Tarihi Kentler Birliği” kurucu üyesi Şeyhmus Nasıroğlu, bu bölgedeki sokakları özenle yeniden düzenledi. İkinci aşama olarak, taştan kemerli dükkanların ve görkemli hanın bulunduğu tarihi “ticaret bölgesini”, onarmaya ve canlandırmaya yöneldi. ÇEKÜL Vakfı yetkilileri, diğer çalışmalarda olduğu gibi, bu bölgenin projelerini de hazırlayarak, hareketin boyutlanması ve ivme kazanması konusundaki desteklerini sürdürdüler. Eski ticaret bölgesine canlı yaşamın sıçraması için, yeni yollar aramaya-denemeye çalıştılar. Mimarlık ortamında ortaya çıkan zengin bezeme anlayışının, üretilen kemer-gerdanlık-küpe-toka-bileziklerde, kısacası “gümüş telkari” işlerinde büyük bir incelikle bugün de sürdürülmesi, kentin geleceği için düşünülen çıkış noktalarının başına “çarşıyı” almayı kaçınılmaz kılıyordu. Geçmişin özgün üretim mekanlarının kimliklerine uygun yeniden yaşama geçirilmesi, koruma politikalarının öncelikli hedefi olmalıydı. Bu, kuşkusuz kenti bütünüyle değerlendirme anlamına geliyordu. Midyat Endüstri Meslek Lisesi’nde geleneksel sanatlar konusunda yeni bölümler açılması, taşçı ustaları için izlenen yolun devamı niteliğini taşıyacaktı.



Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınan Midyat’ta ilk adımı atan TBMM, ÇEKÜL Vakfı gibi tüm kurum-kuruluş-kişilerin artık ortak beklentisi, sürecin kesintiye uğramadan birlikteliğe dayalı sürdürülmesidir... Midyat’ın korunarak uluslararası ortamlara aktarılmasıdır... Bu beklenti, bir anlamda duyarlı kesimlere çağrı niteliği de taşımaktadır. Hiç kuşkusuz tek bir evle başlayan bu öykünün, yaşamımızı, tüm kenti sarması, Midyadlıların koruma çalışmalarına egemen olmasıyla anlam kazanacaktır.




ANADOLU’DA KERPİÇ MİMARLIĞININ SİMGESİ “BALABAN” DESTEK BEKLİYOR...





2001 yılının Ağustos ayında, Elazığ-Harput-Kemaliye-Malatya-Battalgazi-Yeşilyurt-Darende-Balaban’da, ÇEKÜL Vakfı bölge temsilcileri, kamu-yerel-sivil-özel kesimlerin yöneticileri ve üyelerinin geniş katılımıyla düzenlenen toplantılarda, doğal-kültürel varlıkların korunması-yaşatılması, kimliklerine uygun tanıtılması konusunda bir dizi karar oluşturulmuş, öncelikler belirlenmişti... Bu çalışmaların bir bölümünün Malatya odaklı olarak gerçekleştirilmesinin, tasarım-uygulama sürecini kısaltacağı, sonuçların niteliğini yükselteceği üzerinde de durulmuş, eşgüdümü sağlamak üzere, ÇEKÜL Vakfı Malatya Temsilcisi Bekir Sözen görevlendirilmişti.



Aradan geçen yedi ay içinde, farklı nitelikte çalışmalar gerçekleştirildi. Malatya merkezde, kerpiç mimarlığının özgün bir örneği olan “Karakaş Konağı’nın” tüm sorunları çözülerek, onarımı bitme aşamasına getirildi. Proje çalışmalarının ilk adımları, yakın geçmişte yitirdiğimiz Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Yönetim Kurulu üyesi mimar Fuat Kınıkoğlu’nun girişimleri, Malatya Valiliği ve Malatya Belediyesi’nin destekleri, Kültür Bakanlığı’nın yükümlülüğü, ÇEKÜL Vakfı Tasarım-Uygulama Birimi Sorumlusu Dr. Mehmet Alper’in ayrıntılı rölöve-restorasyon projelerini üretmesiyle atılmıştı.



Anadolu’da kerpiç ağırlıklı geleneksel konutlar içinde çok özel bir yeri olan Karakaş Konağı’nın çağdaş yöntemlerle, kuram-kurallarına uygun onarılması, bölgede birbirinden ilginç yerleşme yerleri için örnek oluşturacaktı. Bu açıdan büyük bir özen gösterilmesi gerekiyordu. Konak “Etnografya Müzesi” olarak da kullanılacağı için, tüm ayrıntılar dikkate alındı, kimliğine uygun olarak yeniden değerlendirildi. Konağın karşısında bulunan diğer geleneksel konutun yönetim binası olarak düzenlenmesi, etrafında geniş bir açık sergileme alanının oluşturulmasıyla Malatya, özgün bir konağa, geleneksel sanatları içeren bir müzeye kavuşmuş olacak.



Çok yönlü katılıma dayalı bu proje, aynı zamanda kentin eski dokusundan izler taşıyan Sinema Caddesi’ndeki “Beşkonaklar”, “Beşevler” ve diğer evlerin bütünleştirilmesine, bir bölümünün “kültürel turizm” için planlanmasına örnek oluşturacak. İzlenecek süreçte İnönü Üniversitesi yetkilileri, özelliklerini yitirmemiş bir konağı onararak, onu işlevlendirerek, öğrencilerinin eğitim gördükleri kentle geleneksel ortamlarda daha sağlıklı ilişki kurmasına katkı verebilirlerse, bu çok yönlü yararı birlikte getirecektir. Malatya Valiliği de bunlara bağlı olarak, bir geleneksel konutu “konukevi” işleviyle donatmayı, gelişmelere öncülük etmeyi düşünmektedir. Hiç kuşkusuz bütün bu çabalar, kentte sokak ölçeğinde korumaya olumlu bir örnek vermeyi hedeflemektedir. “Tarihi Kentler Birliği” kurucu üyesi Malatya Belediyesi, bu dokunun sağlıklı hale getirilmesi için, kendine düşen sorumluluğu yükleneceğini açıklamış bulunmaktadır.



Çeşitli bakımlardan "olanaklı" bir kent olan Malatya’da, kültürel öncelikli ve ağırlıklı bu girişimlerin, çevresini de etkilemesi doğaldır. Ayrıca Anadolu tarihinde önemli bir yeri olan “Aslantepe” gibi arkeolojik bir alanı varlığında barındırdığı dikkate alınırsa, İnönü Üniversitesi’nin Eski Malatya/Battalgazi’de, bugün ayakta olan büyük Poyrazbey Konağı’nı “Malatya ve Çevresi Araştırmaları Merkezi” olarak değerlendirmesi, kültürel süreklilik açısından önemli bir adım olacaktır. Burada onarımı yarım kalan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı’nın yeniden yaşama kazandırılmasıyla da, “Üniversitelerarası Yaz Okulları” için farklı bir ortam yaratılabilecektir.



Düşünülen ve alınan kararlar içinde, Yeşilyurt-Darende-Balaban da böylesi gelişmelerin parçası olarak, ayrı bir ağırlık taşımaktadır. Yeşilyurt, adına uygun olarak, geleneksel dokunun zenginliğini yoğun yeşille birleştiren, özelliğini yitirmemesi gereken, önemli yerleşme yerlerinden birisidir. Yerel yönetimin duyarlı yaklaşımları desteklendiğinde, kentsel kimliğin korunabilmesi olanağı yüksek gözükmektedir.



Bu bölgede doğanın varlığını en güçlü biçimde duyurduğu bir nokta da, Darende’nin “Günpınar/Aşudu Şelalesi” ve yakın çevresidir. Ünlü şelalenin kaynaklarında Darende Belediyesi’nin bazı yanlış yaklaşımlarının durdurulması, suyun akışının sağlıklı kılınması, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin zengin özellikler içeren vadi için hazırladığı projenin uygulanması, burası için ilk olumlu adım olacaktır. Halkın kendi çabalarıyla geliştirdikleri ağaçlandırma girişimlerine, Orman Bakanlığı’nın desteği, Türkiye’de doğal-kültürel varlıkların korunması savaşımına büyük katkı sağlayacaktır. Çünkü ülkemizde niteliklerini koruyabilen böylesi alanlar hızla azalmaktadır.



Darende’nin bir bölümünde, geleneksel doku bugün de yaşamaktadır. Doğal yapıyla uyumlu bu bölümün yanı sıra, kalesi, etrafı gittikçe yapılarla sarılan diğer anıtları, yeni yaklaşımları beklemektedir. Benzer özellikler gösteren Balaban’da ise ÇEKÜL Vakfı, Balaban Belediyesi’yle birlikte tüm yetkililere çağrı yaparak, değişik nedenlerle zorlanan özgün dokunun kurtarılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Her geçen gün sayısı azalan geleneksel konutların, farklı bir programla gündeme getirilmesi, tasarım ve malzeme açısından olduğu kadar, bu alandaki mimarlık ve şehircilik eğitimi için de kaçınılmaz bir kaynak oluşturmaktadır. Yerleşmeyi yoğun çaba göstererek ayakta tutmaya çalışan Balaban Belediye Başkanı M. Ali Türkyılmaz, bu süreçte tüm yetkililere başvurarak, özgün dokunun korunması yolunda destek istemektedir.



Balaban’ı canlandırmak-yaşatmak için, bugün çoğu kapalı olan geleneksel dükkanların bulunduğu bölgenin yeniden işlevlendirilerek, kültürel turizme dönük ve geleneksel sanatların üretimini de içerecek biçimde ele alınması düşünülmektedir. Ayrıca anayola yakın, özelliklerini koruyan bir Balaban evinin, “Çevre Kültür Evi” olarak düzenlenerek bilimsel araştırmalara ayrılması, Balaban’la ilgili belge ve yayınların burada toplanması öngörülmektedir. Bu arada, ülkemizin ünlü fotoğraf sanatçılarının farklı yaklaşımlarını içeren bir çalışmayla, Balaban’ın bölgedeki özel konumunu vurgulayarak, başta Suçatı, Gürün ve benzeri yerleşmelerin de özelliklerini yitirmemesi için, konu ulusal-uluslararası ortamlara taşınacaktır. Çünkü dünyada, bu tür geleneksel dokular için özel araştırma alanı oluşturulmakta, korunması yolunda aralıksız çaba gösterilmektedir.



Türkiye’de kerpiç malzemeye dayalı mimarlığın üzerine ilgiyi yoğunlaştırmak üzere, Balaban Belediyesi ve ÇEKÜL Vakfı, “Balaban Eylem Planı” çerçevesinde, kamu-yerel-özel-sivil kesimlerin birlikteliğini sağlayarak, zaman yitirmeden, konuyu farklı ortamlarda farklı desteklerle düze çıkarmak istemektedir. Çünkü Anadolu’nun derinlikli yerleşme kültürünün, yerleşme tarihinin öğrenilmesi, dünya için de büyük önem taşımaktadır. Tüm kurum-kuruluş-kişilere sorumluluk yükleyen bu birikimin yaşatılması, kimlikli bir coğrafya için kaçınılmaz olmaktadır. Balaban da bu köklü coğrafyada oluşturulan köklü geleneğin günümüze uzanan sonuçlarından biri olarak, yaşatılmayı, yaşamını sürekli kılmayı beklemektedir...



TALAS DAYANIŞMA ODAĞI OLUYOR...





Kayseri’nin güneydoğusunda, Ali Dağı eteklerinde kurulan, “Aşağı”- “Yukarı ”olmak üzere birbirinden falezlerle ayrılan ve ilginç iki bölümden oluşan Talas’da yaşam, 1998 yılında itibaren ağır ağır değişmeye başladı. Türkiye’nin doğal-kültürel varlıklarını geleceğe çok yönlü taşımak amacıyla başlatılan “7 Bölge 7 Kent” projesinde, Orta Anadolu Bölgesi’ni simgelemek üzere Talas’ın seçilmesi, kentin kültürel kimliğinin farklı boyutlarda ele alınmasını sağladı. Bu aynı zamanda, yeni bir dönemin başladığının, bir dizi somut sonuçlara gidecek yolda yeni birlikteliklerin oluşturulacağının da ilk işaretiydi.



ÇEKÜL Vakfı yetkililerinin Kayseri ve Talas’da yaptıkları bir dizi toplantı ve kararların ardından, Erciyes Üniversitesi’nin iki fakültesi, Prof. Dr. Zafer Bayburtluoğlu ve Prof. Dr. Hüseyin Yurtsever’in yönetiminde, birbirini tamamlayan çalışmalarla, özverili-birikimli öğretim üyeleri ve öğrenciler, kentin tüm kültürel varlıklarını saptamayı başardılar, sonuçlarını da zaman yitirmeden yayınladılar. Böylece Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, şehircilik dersi kapsamında Talas’ın kentsel gelişme sürecindeki tüm evrelerini ayrıntılı belirleyerek, bilimsel verilere dayalı gelişmeler için ortam yarattılar. Bu durum, üniversitelerin çevrelerine nasıl farklı bir boyut kazandırabilecekleri konusunda da iyi bir örnek oluşturdu. Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Yurtsever başkanlığında gittikçe deneyim kazanan bu grup, Mimar Sinan’ın doğduğu Ağırnas beldesinin tüm geleneksel dokusunu inceleyerek, ilginç yerleşmeyi sağlıklı bir plana kavuşturdular. Karşılıksız bu çabalar, yeni bir anlayışın ürünü olarak artık geleneğe dönüşmek üzeredir.



Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyeliği görevleriyle birlikte bölgesine büyük katkı sağlayan, genç yaşta yitirdiğimiz Prof. Dr. Zafer Bayburtluoğlu ise, Talas’a yaşamını adamış kişilerin başında yer alıyordu. Kayseri Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı ve ÇEKÜL Vakfı Temsilcisi Bayburtluoğlu’nun, olumlu ve kalıcı çalışmalarının bir bölümünün Talas’da yoğunlaşması, kent için büyük bir şanstı. “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamına Talas’ın alınmasını öneren de kendisiydi.



Kentin koruma amaçlı planı hazırlanırken, somut girişimlerin ivedilikle “Harman Meydanı” çevresinden başlanmasını sağladı. Talas Belediye Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Encümen Üyesi mimar Orhan Say’la birlikte sessiz sedasız Harman Meydanı’nı, Harman Camisi’ni, Rüştiye Mektebi’ni özgün kimliğine kavuşturdular. Onlara, Erciyes Üniversitesi’nin, eğitimci Sadullah Sayer’in, Salih-Burhan Tan kardeşlerin katkıları, Talas’ta yeni bir bilincin doğmasına neden oldu. Ölümünün hemen ardından buraya Zafer Bayburtluoğlu’nun adının verilmesi, kentte gelişen yeni anlayışın sürekliliğe kavuşacağının işaretiydi.



Talas’a yolu düşenler, Rüştiye Mektebi’nde 7.000 kitapla, her türlü çağdaş donatıyla karşılaşırlar. “Fatma-Kemal Timuçin Halk Kütüphanesi” artık Talas’ın örnek yerlerinin başında gelmektedir. Bu duyarlı aile, Talas Belediyesi’yle birlikte bir dizi özgün özellikler içeren taştan yapıyı onarmak, yeni işlevlerle donatmak üzere çabalarını yoğunlaştırmış bulunmaktadır. Kamulaştırma çalışmalarının ardından, meydan çevresinde değişik işlevli yapılarla, yeni bir merkez doğmaktadır. Burasını “Ulus/Gölbaşı" Meydanı’na bağlayan, bütünüyle kimliğini yitirmemiş Kazım Paşa Caddesi, çalışmaların ikinci aşamasını oluşturacaktır. Kültür Bakanlığı’nın sokak sağlıklaştırma çalışmaları kapsamında düşünülen “Ali Saip Paşa Sokağı”nın geleneksel dokusu da diğerlerine eklenince, kentin bütününde kimlikli bir dönüşümün izleri duyulmaya başlayacaktır. Kuru derenin canlandırılması, falezlerde bulunan 2000 metreküp kapasiteli sarnıçlardan da yararlanılarak çevrenin doğal yapısının zenginleştirilmesi, “doğa-insan-kültür” bütünleşmesinin yarattığı yeni değerlerin kente kazandırılmasının ürünü olacaktır.



Kapadokya gibi, doğanın çok özel bir yüzünün yansıdığı bir coğrafyada Talas, bilimsel çalışmalara dayalı, “kamu-özel-yerel-sivil” birlikteliğin verdiği güçle, “7 Bölge 7 Kent” projesi kapsamında, tarih içinde kazandığı değerlerine yeni bir yaşam şansı tanımağa çalışmaktadır. Yolun başlangıcında dar olanaklarla sağlanan bu sonuçlar, çevresindeki yerleşmelere de örnek olursa, “kent-havza-bölge-ülke ölçeğinde tasarım ve uygulamalar” daha inandırıcı bir çizgiye taşınmış, başta yakında yitirdiğimiz Zafer Bayburtluoğlu gibi özverili bilim insanları hedeflerine ulaşmış, düşünceleri de eyleme dönüşmüş olacak...





[edit]

Pazartesi, Mart 11, 2002

KORUMA POLİTİKALARINDA YENİ YAKLAŞIMLAR...



Prof. Dr. Metin SÖZEN
ÇEKÜL Vakfı Başkanı





Her alanda dünü-bugünü-geleceği gözden geçirdiğimiz günleri, Yirminci Yüzyıl’ı arkada bırakalı çok olmadı. Yirmibirinci Yüzyıl’ı da, benzer biçimde akla gelenlerle-gelebileceklerle karşıladık. Geçmişin sorunlarla yüklü günlerini unutmayı, önümüzü sağlıklı görmek için ulaşabileceğimiz alanları belirlemeyi, bir an olsun dumanlı ortamdan kendimizi arındırmayı yeğlediğimizde, umutsuzlukları aralama gücümüzün henüz bitmediğine kendimizi inandırır olduk. Kısa da olsa bu duyguyu diri tuttuğumuzda, biliyoruz ki önümüzü görmek kolaylaşmaktadır.

Önümüzü sağlıklı görmemiz için, hepimizin üzerinde yoğunlaştığı bir konuya, “doğal ve kültürel varlıkların geleceğe geliştirilerek aktarılması” konusuna öncelik tanıyalım. Soğukkanlı düşündüğümüzde, olumlu cevap vermenin güçlüğünü yaşayacağımızı biliyoruz. Çünkü farklı biçimde dünyanın her köşesi, çevre sorunlarına, kültürel kimlik çöküşlerine tanık oldu. Ülkemiz, doğasının özelliği, kültürel varlıklarının yoğunluğu ve zenginliği nedeniyle, bu baskıyı üzerinde daha farklı hisseden ülkeler arasındaydı. Olumsuz gelişmelerin hızından dolayı, zaman zaman bilinçli insanlarımızın kaygıları, umutsuzluk boyutlarına bile ulaştı. Bu ortamdan sıyrılıp umut ışığının sınırlı alanından önümüzde duran gündeme baktığımızda, sözün henüz bitmediği, alınacak önlemlerin henüz tükenmediği görülecektir.

Böyle durumlarda gelişmeleri belirli ana başlıklar altında düşünmek, ortak doğrularda buluşmayı kolaylaştırır. Eğer konuyu kentsel ortama taşıyacaksak, önce “doğal” varlıklardan başlayarak “kültürel” varlıklara, bunlara dayalı “eğitime”, “örgütlenmeye”, nitelikli “tanıtıma” uzanan bir yol izlememiz yararlı olur. Çünkü bu konuda “yeni yaklaşımları” egemen kılacaksak, olanakları çok yönlü araştırmamız, olaya bütüncül bakmamız gerekir. Bu konuda dünyada yıllardır geliştirilen değerleri göz ardı etmeden, eğitim kurumlarının deneyimlerini dikkate alarak uygulamaların ulaştığı sonuçları irdelediğimizde, tüm emeklerin “doğruyla-yanlış arasında” bir noktada durduğunu görürüz. Bu, hepimizin doğrularını gözden geçirmesini gerektirecek nitelikte yeni bir gündemi birlikte getirmektedir. Çünkü üzerinde durduğumuz konu, toplumumuzun ve dünyanın yaşama sevinci, kendimizi ve dünyamızı ne oranda ciddiye aldığımızın göstergesidir. Parlak sözcüklerin, kılı kırk yaran bilimselliğin arkasına sığınmadan, günümüzü ve geleceği kimlikli kılacak doğrularda buluşmaktır.

Önce bu gündem değişmelidir...

Arkasında derinlikli bir uygarlığın sorumluluğunu taşıyan coğrafyalar, bu sorumluluğa uygun bir gündemin sahibi olmalıdırlar. Binlerce yıllık birikimi, tüm coğrafyalar da varlık nedeni olarak görmelidirler. Ulusumuz, bu sorumluluğun bilinciyle, Anadolu coğrafyasını nasıl evrensel boyutta ele aldığını daha Cumhuriyetin ilk yıllarında, Yirminci Yüzyıl’ın başlarında, tarihe-kültüre-kimliğe verdiği önemi, oluşturduğu kurumlarla belgelemiş bulunmaktadır. Olanlar Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısında oldu. Şimdi bize düşen, bu olumlu-olumsuz deneyimlerin ışığında, dünyadaki yanlışların üzerine gidecek “haklılığa” gündem oluşturmak, öncü bir kimlikle dünyanın önüne çıkmaktır. Değişmesi artık kaçınılmaz olan “anayasamızın” ana maddesini, “doğa-insan-kültür” bütününü sağlıklı yaşatacak biçimde donatmaktır. İnsanımızı, dar gelen kavramlarla tutsak kılmamaktır.

Kamu-özel-yerel-sivil birlikteliğine dayalı koruma...

Yarım yüzyıl içinde yaşadıklarımız ve gördüklerimiz, büyük bir “bedel” ödediğimizin somut işaretleridir. Demokratikleşmeyi açılmak-saçılmak, katılımı kamplaşmak sandık. Oysa doğal-kültürel varlıklar, birlikteliğin, doğrularla-yeniliklerle donatılmış kuşakların yetiştirilmesinin ana kaynağını oluşturur. Bu noktada kamu kurumlarının ortak bir başlık altında buluşması gerekirdi. Böyle bir süreçte tüm sorumluluğu ve yükümlülüğü Kültür Bakanlığı’na bırakmak, sorumluluktan kaçmak anlamına gelmektedir. Çünkü yaratılacak değer, ülkenin kimliği, ülkede işlerin düzeyli geliştiğinin işareti olacaktır. İçişleri, Milli Eğitim, Turizm, Orman, Çevre bakanlıkları başta olmak üzere tüm bakanlıklar, yerel yönetimler, ülkenin her yerinde bilimin egemen olması için kurduğumuz üniversiteler, varlıklarını neye borçludurlar? Toprak elden gitti mi, hava-su niteliğini yitirdi mi, onların gücüne dayalı üretilmiş- toprağın altında ve üstündeki- kültürel varlıklar, kimliğimizi açıklamaya nasıl katkı sağlayacaklar, bizleri inceliklerle nasıl donatacaklar? Bu güçleri özgür ortamlarda bir araya getirmeye çalışan sivil toplum örgütleri, kendilerini nasıl geliştirecek, günlük rüzgarların baskısından sıyrılıp “etik değerleri” ülkede ve dünyada nasıl egemen kılacaklar? Artık her şeyin ellerinde toplanması için dünyanın ayağa kalktığı özel kesim, kendisini aşan bu tarihsel-kültürel sorumluluğu ne oranda yüklenebilecek, herkesin paylaşması gereken birikimi farklı ortamlara hangi nitelikleriyle taşıyabilecekler? Bu sorular çoğaltılabilir. Ulaşmak istediğimiz temel hedef, herkesi yarım yüzyıldır unuttuğumuz temel kavramlarda buluşturmak, somut örneklerle görünmeyen gücün büyüklüğünün ne anlama geldiğini kanıtlamak. Katılım, “katılalım” demekle olmaz. Doğru hedeflere, bilinçli-bilgili-birikimli-özverili kişiler-kurumlar-kuruluşlarla ulaşılır. Sanırım bu yolda öne çıkma duygularından arınmış kadroların almış olduğu yol, bunun bir özlem olmadığını gösterecek boyutlara ulaşmak üzeredir. Bilgiyi bilince ve uygulamaya dönüştüren örgütlenmelerin sonuçlarının uluslararası ortamlarda da uç vermeye başlaması, kültürel kimlik arayışlarında ülkemizin köklü birikiminin, tüm görünür yanlışlarımıza rağmen henüz tükenmediğinin işaretidir. Böyle bir ortamda bir araya gelen inançlı kesimler, kısa sürede alınan yolun, azımsanmayacak ölçülere ulaştığını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.

Ülke-bölge-havza-kent ölçeğinde koruma...

Türkiye’de Tarihi Kent Dokularının Korunması ve Geleceğe Taşınması”, bütün içinde değişik ölçeklerde birbirleriyle ilişkileri sıkı kurulmuş, temel hedefleri belirlenmiş bir tasarımın ürünü olmalıdır. Kuşkusuz bu, neyi-nerede-hangi kadrolarla sağlıklı gerçekleştireceğini bilen kararlı yönetimlerin varlığına bağlıdır. Çizdikleri hedeflerin doğruluğu kadar, dayandıkları güçlerin tutarlığı da önemlidir. Ülkemizde birikimli insan konusunda sorun yoktur. Sorun, böyle bir ortamın oluşmaması konusunda inatla direnen direnç odaklarındadır. Bu direncin yıllardır ülkemizi hangi noktalara sürüklediği de ortadadır. Çektiğimiz sıkıntılara sorumlu aramayı bir yana bırakırsak, yanlışlardan öğrendiklerimizle doğruları bulmaya çalışırsak, öncelikli hedefimiz, sağlam-sağlıklı verilerle birlikte hiç zaman yitirmeden sonuca ulaşmaktır. Doğal-kültürel bütünlüğe gidişte, çağdaş yöntemlerle ve değişik ölçeklerde tasarımlarla, o hep sözünü ettiğimiz gerçek katılımı sağlamaktır. Bunun gerçekleşmesi, kamu-özel-yerel-sivil birlikteliğe dayalı olduğu zaman, gerçek katılım, gerçek demokratikleşme, sağlıklı hukuk devleti kimliğimiz, doğanın ve kültürün sağladığı kalıcı değerlerle gelişir, süreklilik kazanır.

Ülkemizin değişik bölgelerinde kent ve havza boyutunda “Doğal-Tarihsel-Kültürel Varlıklar Bütününe Doğru” başlığı altında sürdürülen çalışmalar, daha şimdiden ilgili bakanlıkları, yerel yönetimleri, özel kesimi, sivil toplum örgütlerini bir araya getirerek, güvenli ve kalıcı bir ortamın yaratılmasını sağlamış, sınırlı olanaklarla umulanın çok üstünde sonuçlara ulaşılmasına neden olmuştur. Ülkenin farklı bölgelerinde, bölgenin koşullarına uygun denenen yöntemler ve alınan sonuçlar, diğer bölgelere aktarılarak, ülkenin çeşitliliğe dayanan zenginliği daha belirgin olarak görülmeye başlamış, ilgili üniversitelerin-sanatçıların-zanaatçıların her alanda ve her aşamada varlığı, uygulamaya dönük çok yönlü eğitimin ülke gerçeklerine yaslanmasının önemini, bir kez daha ortaya koymuştur. Bu bir bakıma tüm kurum-kuruluş-kişilerin birlikte kendilerini gözden geçirmesine, gözükmeyen güçlerini ölçmelerine de ortam hazırlamıştır. Doğal ve kültürel değerler açısından bölgeler arası dengesizlikten uzak bu yaklaşımlar, yönetimlerin sorunları çözmede ellerindeki olanağı nasıl kullanmaları gerektiğini de ortaya koymaktadır. Hiç kuşkusuz, bu tür girişimler, özveri ister, birikim ister, yerel-ulusal-evrensel boyutlarda geliştirilmiş kavramlarla, karşılaşılan gerçekleri birlikte değerlendirmeyi, birlikte geleneğe dönüştürmeyi kaçınılmaz kılar.

Sonun başlangıcı...

Yarım yüzyıldır hep birlikte yitirdiğimiz doğruları arıyoruz... Doğrulara yaslamaya çalıştığımız, tarihimizi, dilimizi, evrensel boyutlar içeren kültürümüzü arıyoruz... Korumaya-geliştirmeye-yaşatmaya çalıştığımız doğamız, kültürel varlıklarımız, yaşama sevincimizin yeşerdiği kentlerimiz, artık bilincimizin ölçüldüğü alanlar oldular... Bizim bu alanlara “yaklaşımımız”, nasıl bir “hemşehri”, nasıl bir “yurttaş”, nasıl bir “dünyalı” olduğumuzun da göstergesi... Bu nedenle “Yirmibirinci Yüzyıl”, hepimize ortak sorumluluklar yüklüyor, birlikteliğe dayalı yeni güç odaklarıyla, gecikmeden somut uygulamalara yönelmemizin kaçınılmazlığını vurguluyor... Doğal ve kültürel değerleri çok zengin bir ülke olarak bu sorumluluğun büyüklüğünün bilincinde olmamız gerekiyor... Yanlışları çok yaptığımız için, deneyimlerimizle kendimizi ve toplumumuzu hızla doğrularda buluşturabiliriz....

Kısacası, “küreselleşme” sözcüğüne değişik anlam yükleyenlere, “kültürel kimliğimizle” cevap verebilecek birikimimizi henüz yitirmediğimizi göstermemiz gerekiyor...